"Atı olan da, tarlası olan da, yerdeki karınca da, gökteki kuş da, ipek yatakta yatan da, kuru yerde kıvranan da, kuş sütü içen de, sen de, ben de... Uzun Ali gibi oğlu olan da kara toprağa karışıp, toz olacak Meryemceeee!"
Şu fıkara kısmı ne de iyi olur, diye düşündü. Amma ellerine birazcık bir şey geçmesin, bitleri kanlanmasın azıcık, burunları havayı döver. Allah bunlara diş versin de tırnak vermesin. Bunların böyle iyi, böyle masum, böyle tertemiz çocuk gibi kalabilmeleri için gün yüzü görmemeleri gerek. Allah da o sebepten bunlara vermez. Bozulmasınlar diye.
"Demek iyicene kocamışım, yorulmuşum gül kızım. Demek ki ölmüşüm."
Bu usul usul, aşağıdan söylenme, boşlukta, ıpıssız, tek başına kalmış bir dünyada bir umutsuzluk, bir ölüm çığlığıydı.
Çocuk kısmı ne bilir al etmesini, ne bilir her bir kötülüğü içinde saklamasını! O büyüklere has. Kırk şeytanlığı etsinler de sonra adamın yüzüne gülü gülüversinler. Seni az sonra öldürecekken kardeş gibi boynuna sarılsınlar.