"Anavatanını seven insan, narin bir çaylaktır henüz; her toprağı kendi yurdu gibi gören insansa çoktan güçlenmiş demektir; ama kusursuz insan, tüm dünyayı yabancı bir diyar gibi görendir." Kişi kendi kültür yuvasından ne kadar uzaklaşabilirse, bu kültürü ve tüm dünyayı doğru tasavvur için gerekli olan tinsel ayrı duruş ve yüce gönüllülükle yargılaması da o ölçüde kolaylaşır. Aynı yakınlık-uzaklık bileşimiyle, kendini ve yabancı kültürleri değerlendirmek de daha kolaydır.
“Bazı belirgin ve ayrışık nesnelerin zihin tarafından üretildiğini,
nesnel varoluşa sahip gibi görünseler de bu nesnelerin ancak
kurmaca bir gerçekliklerinin olduğunu savlamak pekala
mümkündür. Birkaç dönümlük arazilerde yaşayan insan
toplulukları, kendi toprakları ve yakın çevreleri ile ‘barbarların
toprakları’ dedikleri öteki topraklar arasına sınırlar çekerler.
Başka deyişle, kişinin zihninde, ‘bizim’ olan tanıdık bir uzam
ile ‘bizimkinin’ ötesinde ‘onlara’ ait olan yabancı bir uzam
belirlemesi evrensel bir edimdir; tamamıyla keyfi olabilecek
coğrafi ayrımlar yapmanın bir biçimidir bu. Burada ‘keyfi’
sözcüğünü kullanıyorum, çünkü “bizim toprağımız - barbarların
toprağı” dedirten imgesel coğrafya çeşitlemesi, barbarların
da bu ayrımlamayı kabul etmesini gerektirmez. Bu sınırları
kendi zihnimizde çizmek ‘biz’e yeter; ‘onlar’ böylelikle ‘onlar’
haline gelir, hem yurtları hem düşünüşleri, ‘bizimkinden’ farklı
olmasıyla belirlenir.”