1300-1700

Osmanlı Dünyası ve Avrupa

Daniel Goffman

undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa Quotes

You can find undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa quotes, undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Tarihçiler genellikle Anadolu ve Balkan topraklarına yapılan Türk. men akınlarını barbar yağmacılığı olarak nitelendirirler; oysa bunların, yeni ve özgürlük getiren bir imparatorluğun temellerinin atılışı olduğu aynı derecede kolaylıkla düşünülebilir. Konstantinopolis'in Osmanlıların eline geçmesinin Batı uygarlığı için bir felaket olarak betimlenmesi bunun en tipik örneğidir; oysa bu rejim değişikliği, canlılık kaynağı art bölgelerinden koparılmış görkemli bir kentin yeniden doğuşu olarak da görülebilir, aynı kolaylıkla,9 Osmanlıların Balkanlar'ı fethi, çoğunlukla o bölgenin tarihinin askıya alınması ve dıştan gelen tanrıtanımaz bir yayılmacı gücün “boyunduruğu” altında tutsak edilmiş bir toplumun kıpırdayamaz duruma düşmesi olarak düşünülür. Oysa, bakış açısı değiştirilirse, Osmanlı uygarlığının Avrupa'nın içine işlemesiyle gelen karşılıklı toplum kaynaşması ve kültür harmanlamasına, canlılık ve yaratıcılığın patlaması olarak bakılabilir, Osmanlı İmparatorluğu geleneksel olarak Hıristiyanlara zulmeden bir güç olarak görülmüştür; ama bunun yerine, acımasızca hoşgörüsüz Hıristiyan Avrupa'dan kaçanlar için bir sığınak olarak da değerlendirilebilir.
Şeriat ile padişah hukukunu bağdaştırmada Ebussuud Efendi’nin çözüm olarak kullandığı araç, yasa ve uygulamaya ilişkin sorunlara dini otorite sahibi, tam nitelikli bir kişinin getirdiği bir açıklama olan “fetva” idi. Şeyhülislamın fetvalarının belli bir ağırlığı olacağı açıktı ve Ebussuud bu otoritesini “insanoğlunun koyduğu yasaları ilahi yasalarla uyumlu duruma getirmekte” kullandı.15 Konunun uzmanı modern bir tarihçiye göre, bunu başlıca üç alanda gerçekleştirdi. Birincisi, toprak ve vergilere ilişkin çok çeşitli yasalar yığınını, zamanla Osmanlı toplumunca kutsal kabul edilen bir biçime kavuşturdu. İkincisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın birçok unvanı arasına halifeliği katarak, hükümdarın yalnızca Osmanlı devletinin başı olmadığını, aynı zamanda bütün Müslümanların yol göstericisi olduğunu vurguladı; icat edilmiş bu gelenek, padişah hukukunun geçerliliğini sağlamaya katkıda bulundu. Üçüncüsü ve en tartışmalısı, Hanefî mezhebine uygun olarak, vakıfların borç verebilmesini ve servet yaratmada kullanımını yasallaştırdı.16 Kısacası, Ebussuud ve diğer din görevlileri Osmanlı yasalarını yalnızca etkin bir biçimde belli bir düzene bağlamak ve standartlaştırmakla kalmadılar, aynı zamanda bunu öyle bir biçimde yaptılar ki, ülke içinde ve dışında karşılaşılan sorunların içinden yaratıcılık ve esneklikle sıyrıldığı sırada bile, devletin yerleşik dini kurallara uyar görünmesineolanak sağladılar.
Reklam
İlk sultanlar hem siyasal amaçlarına ulaşmak, hem de çocuk sahibi olmak için evlenirken, 14. yüzyılın sonlarında hükümdar, cinsel ilişkiye yer vermeyen evlilikler yapıp, cinsel ilişkisini köle cariyelerle sınırlamaya başladı.
Kapitülasyon anlaşmaları yalnız yabancıların kendilerini değil, onların hizmetindeki yeniçeri korumalarını, kapıcılarını ve tercümanları da kapsıyordu. 17. yüzyıl başlarında, Galata’daki yabancı topluluğundan sorumlu Osmanlı yöneticileri, buradaki yabancılar sanki korunmasız Osmanlı kullarıymış gibi onlardan sürekli cizye toplamaya kalkıştılar. En azından 17. yüzyılın ilk yarısı boyunca aynı devlet görevlileri, İstanbul’un çarşılarında dükkân kiralayan Venedikli ve Fransız tüccarları “zimmi” sınıfına sokmaya çalışıp durdular.4 Bu tür davranışlar yabancı toplulukların kendi kendilerini yönetme uygulamasını tehdit ediyordu kuşkusuz. Bununla birlikte, Osmanlı devlet görevlilerinin niyeti rüşvet almak değildi, yasalara aykırı davranmıyorlardı. Niyetleri, ne mallarını zorla almak, ne onları dışlamak, ne de dinlerini değiştirtmekti. Seçtikleri yöntemler daha ziyade, bu uzun süreli konukların dinsel ve sivil özerkliklerini yok etmeden, İslam hukuku uyarınca, siyasal bakımdan Osmanlı toplumuyla bütünleştirmek üzerine kurulmuştu
Birçok tarihçi Kanuni sonrası Osmanlı dünyasını gerileme dönemine girmiş olarak betimlemiştir. Bu gerilemeyi açıklarken, büyük ölçüde askeri alandan kanıtlara dayanırlar. Sık sık iddia edilen şudur: Osmanlı donanması İnebahtı’daki ağır yenilgiden (1571) sonra bir daha ne eski gücüne, ne de eski saygınlığına kavuşabildi; Osmanlı ordusu da, Habsburg ve Safevi imparatorluklarıyla, 16. yüzyılı kapatan ve yenensiz-yenilensiz Zitvatorok Antlaşmasına (1606) yol açan uzun savaşların ardından bir daha hiçbir zaman eski dayanıklılığına ve yırtıcı savaşkanlığına ulaşamadı. Buna bağlı olarak, geliştirilen sava göre, 17. yüzyıldan başlayıp 19. yüzyılı da kapsayan dönem boyunca Osmanlı tarihini ödün verme, geri çekilme ve yeniden mevzilenme şekillendirmiştir. Gerçek ise, elbette, bu betimlemenin ortaya koyduğundan çok daha karmaşıktı. Özellikle 17. yüzyılda, imparatorluğun pek çok bölgesi ve kesimi iktisadi bakımdan gelişti; yenileşme ve bürokratikleşme o güne dek görülmemiş bir siyasal istikrar sağladı; hatta askeri alanda bile Osmanlılar bazı dikkate değer başarılar yaşadı.
Bu karışıklık yıllarında imparatorluk ayrıca din baskısından kaçanların sığınağı oldu. Örneğin, Fransa'dan zorla sürgün edilen Huguenotların bir kısmı XVII. yüzyıl ortalarında İstanbul'da kaldı ve İngiltere'de Cromwell'den kaçmış bazı Anglikan din adamları, Quaker mezhebi mensupları, Anabaptistler ve hatta Katolik Cizvitler ve Kapuçinler İmparatorluğa yerleştiler ve topraklarında dolaştılar. Böyle eklektik bir Hristiyan karışımına bakınca Batı Avrupalı dinsel muhalifler için kolonyal dönemdeki tek sığınağın Kuzey Amerika olmadığı akla geliyor.
Reklam
Geri13
40 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.