1300-1700

Osmanlı Dünyası ve Avrupa

Daniel Goffman

undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa Quotes

You can find undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa quotes, undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Padişahın (Süleyman I), Avrupalı krallarla rekabet etme yöntemlerinden biri, Roma ve Katolik imparatorluk gelenekleriyle ilişkili otorite simgelerinden taç ve hükümdarlık asasını benimsemesiydi.
Sayfa 141Kitabı okudu
Murad’ın döneminde sık sık meydana gelen çatışmalar, Osmanlı askeri ve bürokratik kurumlarının gelişmesine ivme kazandırdı. Murad yalnız yeniçeri ocağını büyütmekle kalmadı, Venedik deniz gücüyle Ege ve Karadeniz’de boy ölçüşmek üzere bir donanma da meydana getirdi. Osmanlıların, barutu benimseyerek hem yaya askerleri kaval tüfeğiyle donatmaları, hem de kuşatmalarda büyük toplar kullanmaları da II. Murad’ın hükümdarlığına rastlar. Bu yeniliklerle atbaşı giden ve yenilikleri gerçekleşme aşamasına getiren iktisadi büyüme sayesindedir ki, gelir artmış ve Osmanlı bürokrasisi ile yönetici sınıfı genişlemişti. Sonuç olarak, II. Mehmed 1451 yılında ikinci kez tahta oturduğunda,Tuna’dan İç Anadolu’ya dek uzanan topraklarının büyüklüğü ve kaynakları kendinden öncekilerin sahip olduklarını kat kat aşmıştı. Ülke fiziksel açıdan büyürken, Osmanlıların kimlik duyguları da olgunlaştı.
Reklam
Tarihçiler genellikle Anadolu ve Balkan topraklarına yapılan Türkmen akınlarını barbar yağmacılığı olarak nitelendirirler; oysa bunların yeni ve özgürlük getiren bir imparatorluğun temellerinin atılışı olduğu aynı derecede kolaylıkla düşünülebilir. Konstantinapolis'in Osmanlıların eline geçmesinin Batı uygarlığı için felaket olarak betimlenmesi bunun en tipik örneğidir; oysa bu rejim değişikliği, canlılık kaynağı art bölgelerinden koparılmış görkemli bir kentin yeniden doğuşu olarak da görülebilir.
Osmanlıların Balkanları fethi çoğunlukla o bölgenin tarihinin askıya alınması ve dıştan gelen tanrıtanımaz bir yayılmacı gücün boyunduruğu altında tutsak edilmiş bir toplumun kıpırdayamaz duruma düşmesi olarak düşünülür. Oysa, bakış açısı değiştirilirse, Osmanlı uygarlığının Avrupa'nın içine işlemesiyle gelen karşılıklı toplum kaynaşması ve kültür harmanlamasına, canlılık ve yaratıcılığın patlaması olarak bakılabilir.
Devşirme uygulaması, gençleri yalnızca ailelerinden ve yurtlarından koparıp almakla kalmadı, aynı zamanda onlara, kendi kültürlerine yabancı bir kültürü ve kendi dinlerine son derece düşman olarak algılanagelmiş bir dini dayattı. Onlara Hristiyanlık yerine İslama inanmaları, Sırpça, Hırvatça yerine Türkçe konuşmaları öğretildi.
O zamanlar [I. Murad’ın hükümdarlığında (1362-89)] vergiler düşük idi. Koşullar öyleydi ki, kâfirler bile baskı görmeden yaşıyordu. Keselerine [giysilerine?], öküzlerine ya da oğullarına, kızlarına el atılıp satılamazlar ya da rehin alınamazlardı. O zamanlar hükümdarlar aç gözlü değildi. Ellerine geçeni yeniden dağıtırlardı; hazinenin ne olduğunu bilmezlerdi. Fakat ne zaman ki Hayreddin Paşa Babü’s-saade’den içeri adım attı, doymak bilmez âlimler hükümdarların akıl hocası kesildiler. Önce dindarca davranışlar sergileyerek başladılar işe, sonra fetvalar çıkarır oldular: “Hükümdar olan kişinin hazinesi olmalıdır”, dediler. O zamanlar, hükümdarları kendi yanlarına çekip, etki altına aldılar. Açgözlülük ve zulüm ortaya çıktı. Gerçekten de, aç gözlülüğün olduğu yerde zulüm olması kaçınılmazdır. Günümüzde daha da arttı. Bu ülkede nice zulüm ve yolsuzluk varsa hepsi ulemanın başının altından çıkıyor.1
Reklam
Her ne kadar Osmanlı tarihinin “klasik dönem”i İstanbul’u alan II.Mehmed’le başlamış kabul edilirse de, dönemin en önemli savaşlarının kazanılması ve en yaşamsal kurumlarının kusurlarından arındırılması,babasının hükümdarlığı döneminde olmuştur. II. Murad 1421’de tahta çıktığında,önce Bizans’ta tutsaklığı sona erip yeni sultana karşı uç beylerinden bir ordunun başına geçen amcası Mustafa ile başa çıkmak zorunda kaldı; ardından, Batı Anadolu beyliklerinin kışkırtmasıyla baş kaldıran (yine Mustafa adlı) kardeşiyle karşı karşıya geldi. Bu rakipleri yendikten sonra Murad, önündeki yirmi yılın büyük bölümünü, 1430 yılında Selanik’in yeniden alınmasıyla son bulan bir dizi seferde Venediklilere karşı ve 1440’ların başında Murad'a başarıyla karşı koymuş Yanoş Hunyadi’nin başında bulunduğu Macarlara karşı bir dizi sefereçıkarak geçirdi. Yirmi yıl boyunca kesintisiz süren savaş sonunda anlaşılan yorgun düşen Osmanlı sultanı, 1444 yılında rakipleriyle hem Anadolu, hem de Avrupa’da barış antlaşmaları imzaladı ve tahtı on iki yaşındaki oğlu Mehmed’e bıraktı.
"Osmanlı dünyasında Hristiyan dünyasından kaçmış binlerce dönme varken, Hristiyan Avrupa'da Islâm dininden dönenlere hemen hemen hiç rastlanmıyor."
Şeriat ile padişah hukukunu bağdaştırmada Ebussuud Efendi’nin çözüm olarak kullandığı araç, yasa ve uygulamaya ilişkin sorunlara dini otorite sahibi, tam nitelikli bir kişinin getirdiği bir açıklama olan “fetva” idi. Şeyhülislamın fetvalarının belli bir ağırlığı olacağı açıktı ve Ebussuud bu otoritesini “insanoğlunun koyduğu yasaları ilahi yasalarla uyumlu duruma getirmekte” kullandı.15 Konunun uzmanı modern bir tarihçiye göre, bunu başlıca üç alanda gerçekleştirdi. Birincisi, toprak ve vergilere ilişkin çok çeşitli yasalar yığınını, zamanla Osmanlı toplumunca kutsal kabul edilen bir biçime kavuşturdu. İkincisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın birçok unvanı arasına halifeliği katarak, hükümdarın yalnızca Osmanlı devletinin başı olmadığını, aynı zamanda bütün Müslümanların yol göstericisi olduğunu vurguladı; icat edilmiş bu gelenek, padişah hukukunun geçerliliğini sağlamaya katkıda bulundu. Üçüncüsü ve en tartışmalısı, Hanefî mezhebine uygun olarak, vakıfların borç verebilmesini ve servet yaratmada kullanımını yasallaştırdı.16 Kısacası, Ebussuud ve diğer din görevlileri Osmanlı yasalarını yalnızca etkin bir biçimde belli bir düzene bağlamak ve standartlaştırmakla kalmadılar, aynı zamanda bunu öyle bir biçimde yaptılar ki, ülke içinde ve dışında karşılaşılan sorunların içinden yaratıcılık ve esneklikle sıyrıldığı sırada bile, devletin yerleşik dini kurallara uyar görünmesineolanak sağladılar.
Osmanlı hükümeti şeriata öncelik tanıyordu. Bununla birlikte, şeriat imparatorluktaki tek yargı yapısını oluşturmuyordu. Ermeni, Ortodoks Rum ve Musevi Osmanlı cemaatlerinin tümü kendi mahkemelerini kurmuşlardı ve cemaat üyelerini kendi dini kurallarına göre yargılıyorlardı;
40 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.