İlk kuruluş döneminin aşılmasından itibaren Osmanlı Devleti, kendi kurucu halkına ve geleneklerine yabancılaşan, yabancılaşarak kurumlaşan bir devşirmeler devleti niteliğine bürünmüştür. Ele geçirilen Hristiyan topraklarından toplanıp belli bir asimilasyon ve eğitimden geçirilen sağlıklı gayrimüslim çocuklarından oluşan bir aygıt olmuştur. Osmanlı devleti ilk başlarda gaza geleneği içinde belli bir güç edinmiş Türk-Müslüman beyleri içerse de, bu kişiler giderek dışlanmış ve bürokrasiye, hatta onun ön evresi Enderun 'a girmek bile tümüyle seçilmiş gayrimüslimlere özgü bir ayrıcalık haline gelmiştir..
Nasıl yar diyeyim, ben böyle yare / Mecnun olup çöle saldıktan sonra/ Alemin gülleri al ile yeşil/ Şu benim güllerim solduktan sonra/ Coşkun çaylar gibi çağlamayan yar/ Gönlünü gönlüme bağlamayan yar/ Benim bu halime ağlamayan yar/ Daha ağlamasın, öldükten sonra.
Celali isyanlarının sonucunda Anadolu köylüsü, salt maddi olarak değil, psikolojik olarak da ciddi bir şekilde örselenecektir. Daha önceki Kızılbaş kırımlarından sonra yaşayacağı bu ikinci ezilme dalgası ile Anadolu halkı bu isyandan, daha önce adeta gelenek haline getirdiği, devlete ve egemenlere karşı kendi hak ve özgürlüklerine sahip çıkma ve isyan etme iradesini büyük oranda yitirerek çıkacaktır. Bu anlamda Celali İsyanlarının en temel sonucu, halkın bir sivil toplum gücü olarak sonraki süreçte işlev görebilme refleksi ve özgüvenini yitirmiş olmasıdır. Bu durum diğer faktörlerle birlikte, günümüze kadar gelen demokratikleşememe problemimizin de önemli bir nedeni olacaktır..
Osmanlı dönemi halk direnişinin en önemli simgelerinden olan Pir Sultan Abdal, işlediği konuların zenginliği ve söyleminin gücü ile özgün bir ozandır. Pir Sultan emeği kutsar ve cennetin dünyada aranması gerektiğini anlatır. Pir Sultan Abdal geleneği bize, değiştirilmesi istenen düzenin yerini alacak, özlenen, uğrunda savaş verilen toplum düzeninden de çizgiler verir. Bunların en belirlisi, elinde hak ve adalet kılıcı taşıyan, yaşadığı yere bolluklar ve şenlikler getirecek olan bir güçlü varlık düşüdür..
Kaldı ki insanlık, hak ve adaleti dinlerin kendisinde bulabilmiş olsaydı, ayrıca bir de "insan hak ve özgürlükleri" kavramına bu uğurda bin yıllarca verilen mücadelelere, insan hakları bildirgelerine vs. gerek kalmazdı.
Batı'daki burjuva patlayışı sonucu devlet iktisaden egemen güçlerin mülklerini koruyan bir jandarma görünümüne bürünürken, Osmanlılarda devlet, burjuva toplumuna set çeken ve bu nedenle topluma sanayileşme yeteneği vermeyen bir baraj olmuştur.