Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet Ve Toplum

Feridun M. Emecen

Newest Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet Ve Toplum Quotes

You can find Newest Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet Ve Toplum quotes, newest Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet Ve Toplum book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Bu tek hanedan yani "Al-i Osman", altı asır boyunca bütün tebaası nezdinde kabul gören, meşruiyeti neredeyse hemen hemen hiç tartışılmayan eşine pek az rastlanır bir siyasi hâkimiyet tesis etmiştir. O kadar ki tebaa, idareci, asker ve ilmiye sınıfı hep birlikte hanedanın başındaki fiili icrada bulunan padişahı tahtından indirebilir, hatta idamını bile sağlayabilir, ailenin bir başka üyesini tahta çıkarabilir, fakat "Al-i Osman"ın bizatihi kendisinin meşruiyetini, fevkalade şartlar muvacehesinde alternatif aile ve rejim modelleri bazı kaynaklara da yansımış bulunan istisna dönemlerinin çok zayıf vurguları hariç, pek sorgulamaz ve tartışmazlar. Bu durum hiç şüphe yok ki, hanedanın altı asır boyunca genel görünüşünün temellerini sağlam şekilde atmasını sağlayacak bir takım meşruiyet araçlarını şaşırtıcı bir bilinçlilikle ikame etmiş olmasından kaynaklanmıştır
Sözü edilen ibrahim Hanzâde ailesi nasıl ortaya çıkmıştır? Aileye adını veren İbrahim Bey'in hayatı sultanzâdeler ile ilgili kanunun hilafına bir gelişme seyri takip etmiştir. 1565'te doğan, Sokollu Mehmed Paşa ile İsmihan Sultan'ın oğlu olan, doğumu bir süre saklanan ve daha sonra adı dedesi II. Selim tarafından konulan İbrahim, sarayda babası tarafından iyi bir şekilde yetiştirilmiş ve bir devlet adamı olmak üzere tahsil görmüştü. Fakat babasına karşı olan muhalefet sebebiyle hakkında daima şüphe beslenmiş, önemli görevlere getirilmemiş, uzun süre kapıcıbaşılıkta bulunmuştu. Çıkan dedikodular sebebiyle bir ara III. Murad'ın hışmına uğramışsa da I. Ahmed devrinde yeniden devlet hizmetinde görev almıştı. Bu dönemde Osmanlı tarihinde belki de ilk defa sultanzâdelere beylerbeyilik verilmemesi kanunu hilafına, Bosna Beylerbeyiliği'ne tayin olunmuştu. Bunda babasından intikal eden At Meydanı'ndaki sarayın bahçesini cami yapılmak üzere padişaha hediye etmiş olmasının rolü üzerinde durulur. Daha sonra bazı beylerbeyiliklerde bulunan İbrahim Paşa 1623'te vefat etti ve ardında zengin vakıfların idaresini üstlenen ve kendi adına nisbetle İbrahimhanzâdeler adıyla anılan bir aile bıraktı. Ona "han" sıfatının verilmesi de Osmanlı tarihinde sultanzâdeler arasında hiç rastlanmayan bir özelliktir. Döneminin kaynaklarında Sultanzâde, Mehmed paşaoğlu diye anılan İbrahim Paşa, daha sonraki tarihlerde İbrahim Han diye anılmaktadır. Bütün bunlar ailenin birden 1703'te alternatif aile olarak öne sürülmesinin pek de tesadüfi olmadığının göstergesidir.
Reklam
Bu dönemde İstanbul'da sivil bir güç olarak bazı vüzera aileleri de halkın nazarından uzakta değildi. Özellikle uzun savaşlar döneminde askeri güce duyulan ihtiyaç, gerek taşrada ve gerekse İstanbul'da zengin ailelerin kendi besleyecekleri askerlerle savaşlara katılmaları yolunu açtığından bunlar giderek devlet nezdinde kazandıkları bu
Bütün bunlar hanedanın başı olarak padişahın tebaasıyla olan mesafesinde, mesela cuma ve vakit namazlarını cemaatle eda etmek, sık sık tebdile çıkmak, asayiş kontrollerini takip etmek, yangınların söndürülüşlerine nezarette bulunmak vb. gibi sosyal boyutlu unsurların daha da belirginleşmesine vesile oldu. Askeri imajın terki ve yeni unsurların tebarüzü, dönemin ıslahat yazarlarının söylediklerinin aksine Osmanlı hanedanına yeni bir imaj kazandırmaya yönelikti, böylece tebaanın nazarında hanedan erişilmez yüce bir mevkide mutlak itaat edilmesi gereken bir vasfı daha kuvvetli bir şekilde sağlamış olacaktı ve onların bağlılığını daha da teyid edecekti. Dikkat çekici olan taraf önemli sosyal meselelerin yaşandığı, Celâli isyanlarının patlak verdiği, asi paşaların birbirini izlediği bir dönemde bile belki de bu yeni imaj sayesinde hanedanın bizatihi kendisine müteveccih herhangi bir ciddi tehdit olmamasıdır. İstanbul'a kadar yaklaşan bazı namlı Celâli reisleri bile hanedanı münezzeh tutarak hedeflerinin padişah değil vezir, veziriazam vb. idareciler olduklarını söylemekte idiler.
XVII. yüzyıl Osmanlı veraset sistemi bakımından önemli gelişmelerin başlangıcını oluşturmuştur. Osmanlı sisteminde yaşanan bunalımdan yakınan ve kendi dönemlerindeki mühim gelişmelerin farkında olmayan XVII. asrın ıslahat yazarları, Sultan Süleyman devrini idealize ederek kendi dönemleri için bir model olarak gösterme eğilimindedirler ve padişahların sefere katılmamalarını tenkit ederler. Fakat bunlar hanedanın mutlak hakimiyetine yönelik eleştiriler boyutunu hiçbir zaman kazanmamıştır. Bununla beraber hanedanın üyeleri de artık sancaktan gelerek saltanat makamına çıkmıyorlar, seferlere gitmiyorlar ve kendilerini bu "şahane yalnızlık" içerisine hapsetmiş bulunuyorlardı. Aslında bu hadise onların aktif askeri imajlarındaki yeni bir değişimi göstermekteydi. Yani başarısızlık durumunda hanedan için artık oldukça riskli olan askeri liderlik imajının bir meşruiyet aracı olarak kullanılması dönemi bir bakıma sona ermişti. Ancak özellikle ulema çevrelerinde ve onların etkilediği asker ve halk tabanında -büyük isyanlarla kendisini gösterecek raddelerde - bütünüyle unutulmuş da değildi. Genel seyir itibarıyla hanedan açısından artık ihtisaslaşmış bürokrasinin elemanları önem kazanmıştı. Kalemiye ricalinin ön plana çıkıp "vekil-i mutlak" durumuna gelmesi, hanedanın meşruiyet araçlarını da değiştirdi.
Fetret Devri'nde güçlerini sergileyen uç beylerinin Balkanlar'dan yönelen tehditler karşısında gerilemeye başlayan II. Murad'a karşı tutumları, oğlu Mehmed'in tahta çıkışı ile ilgili meseleler ve oldukça yoğunlaşan iç hesaplaşmalar, doğrudan hanedana yönelik bir mahiyet kazanmış olmalıdır. Bu hususta dikkat çekici bir ipucu
Reklam
12 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.