Osmanlılar ve Vehhâbîlik

Fatih Mehmet Şeker
Ölçüsü Osmanlı olan Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı Devleti’nin gerçek halkı Müslümanlar olduğu için, Osmanlı’ya karşı savaşan Vehhâbîler doğrudan ehl-i İslâm’a karşı savaşmışlardır.
Sayfa 115Kitabı okudu
Osmanlıların hâkim olduğu iklimde yörüngeyi Müslümanlık belirlediğine göre devlete karşı isyan bayrağı açan Vehhâbîler aslında İslâm’a karşı savaş açarlar.... Hârici zihniyetin öz çocuğu olan Vehhâbîler, İslâm tarih tecrübesinin geldiği aşamaya kafa tutarlar. İslâm nâmına Müslümanlığı inkâr ederler.
Sayfa 172Kitabı okudu
Reklam
Mesela I. Bâyezîd devri âlimlerinden Şeyh Fahreddîn-i Rûmî, selef-i sâlihînin ibadetlere karşılık ücret alınmasını kerih görmeleri sebebiyle, para karşılığı imâmlık yapan kimselerin arkasında namaz kılmaz.
Fikrî temel itibariyle Vehhâbî hareketinin zeminini İbn Teymiyye teşkil etse de, Vehhâbîler düşüncelerini inşa ettikleri bu zemini idrâkten mahrum bir hâlet-i rûhiye sergilerler.
“Bize tarih değil odun lazım” diyen ve orijinal olma iddiasıyla meydana çıkan Vehhâbîler ise dünyaya uzaktan bakarlar, toplumun rûh muvazenesini ortadan kaldırırlar, girdikleri her yerde hayatı kuruturlar, kıymetler dünyasını sarsarlar, asırları çöl kafasına hapsederler, Allah’a giden yollan kapatırlar
Sayfa 102Kitabı okudu
Vehhabiler...........
Kendilerini Süleyman Çelebi’de bulan Türk milletine Müslüman olarak bakmazlar.
Reklam
Erol Güngör de şunu söyler: “Türbesi ve yatırı olmayan bir Müslüman kasabası mümkündür, ama böyle bir Türk kasabası düşünülemez”. Mistik bir mâhiyete sahip olan bu konularda Vehhâbîlerin tasavvufi lügati tamamen inkâr etmeleri düşündürücüdür.
Bu zümre Mekke’yi işgal eder, Yahudi gibi gördükleri ahaliyi İslâm’a davet eder. Muhammed b. Suud bu yeni mezhep sayesinde bir Cezîretü’l-Arap hükümdarlığı teşkil etmek sevdâsına düşer. Bu nedenle arşiv kaynakları ve Paşa’nın takipçisi olan bütün müellifler, Müslümanlara ihanet eden Vebbâbîleri Haricî zihniyetin öz çocuğu olarak nitelendirirler.
Mevlânâ türbelerde bugün de gördüğümüz manzaraları dört halife devrine dayandırarak savunur. Peygamberler ve velîlerin mezarlarında mumlar ve kandiller yakarak, pencerelerin önüne bezler bağlama âdetini Hazret-i Ömer’in Peygamber Efendimiz’in mescidinde kandiller ve çerağ yakmasıyla başlatır. Mezarlarda kandiller ve çerağ yakmanın esprisi, Allah’ın herkesi kuşatan lütfü ile mezarları nûrlandırması içindir. Mezarlara götürülen kandiller o mezarı aydınlatır. Buhurlar da insanlar ve cinlerin rahatlamalarını sağlar.
Müslümanlığın varlığının devletin varlığıyla kabil olduğuna inanan ve dinin nizâmını dünyanın nizâmına bağlayan Türklerde hükümdarın emrettiği her şey, gökten inen bir vahiy ve kalbi temiz olanların duâsı olarak kabul edilir. Bu açıdan bakıldığı zaman Vehhâbîlik hâdisesi bedevî Arabın Osmanlı karşısında aldığı vaziyettir. Osmânlılar hayat tarzı hâline getirdikleri Müslümanlığı İslâm’ın ta kendisi olarak görürler. Vehhâbîler ise tarih içinde Müslümanlığın tahrif olunduğunu, İslâmiyet’in şimdiye kadar insanlara öğretilenden ve yaşanılanlardan farklı olduğunu savunurlar.
Reklam
Hüseyin Kâzıma göre ise Vehhâbîlik, İbn Teymiyye ile İbn Kayyım’m devamıdır. Muhammed b. Abdülvehhâb’ın amacı Asr-ı Saâdet’ten sonra icad edilen bid‘atleri ortadan kaldırarak dini ilk şekline döndürmekten ibârettir.
Bid‘atlara karşı çıkan ama aslında kendisi bid'at olan bu zümreyle ilgili Eyyüb Sabri Paşa’nın hükmü de şudur: Güya İslâm kavimleri altı yüz seneden beri şirk üzere imişler de Vehhâbiler dini tecdit eyleyerek saf tevhidi hedefliyorlarmış. Türk-İslâm tasavvuru hurafelerin menşûrundan süzülerek akar.
Vehhâbîlik; bid‘atleri ortadan kaldırmak iddiasıyla meydana çıkmakla birlikte her hususu esasından değiştirip, pek çok bid‘at icad eden siyasî bir harekettir.
Vehhâbîler mevcut problemleri çözecek adres olarak kendilerini gösterseler de Osmanklara göre onlar çözüm değil hastalığın sebebidir.
Tepkisel bir hareket olan ve radikal bir değişim ve dönüşümü savunan Vehhâbîliği bağlayabileceğimiz bir fikrî ve siyasî gelenek yoktur, dolayısıyla köksüz bir harekettir. Bu oluşum klasik dönemden beri akıp gelen ıslâh hareketlerinin bir devamı olarak görülemez.