İmparatorluk İttihatçıların Elinde

Osmanlı'nın Çöküşü

Ekrem Buğra Ekinci
OSMANLI DEVLETİ'NİN RESMİ DİLİ VAR MIYDI?
Osmanlılar, resmi yazışmalarda Türkçeden başka mahalli dilleri de kullanır; kanunlar, devlet yıllıkları, resmi gazeteler birkaç dilde basılırdı. Osmanlı memurlarmın çoğu mahalli dilleri bilir; Türkçe bilmeyenlerin devlet dairesine işi düştü mü, kimse "Önce sen Türkçe öğren!" diye kaşını çatmaz, hemen bir tercüman bulunurdu. Resmî dil ne
Reklam
Türkler,yarın yokmuşcasina,bütün bir kuşağı burada kurban vermeyi göze alarak çarpıştılar.Böylece Türkiye,Çanakkale'de hem kazanmış,hem de kaybetmiş oldu.
Atatürk, tarihin yetiştirdiği en büyük inkilapçılardandır. İnkilapları sadece bir ideolojinin değil, ihtiyaçların eseri olarak göstermeyi başarmıştır.
Yahya Kemal 30 Mart 1922’ de der ki: “Bir hakikati keşfettim: Bu devletin iki manevi temeli vardır: Sultan Fatih’in Ayasofya minaresinde okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor; Sultan Selim’in Hırka-i Saadet dairesinde okuttuğu Kur’an ki hâlâ okutuluyor.”
Sayfa 155Kitabı okudu
Cumhuriyet mi? Diktatörlük mü?
Her inkılâp, muhaliflerini sindirmek üzere çeşitli tedbirler almıştır. Fransa, Rusya, Çin ve Almanya'da da bu böyle olmuştur. Ankara'da 1793 tarihli Fransız İhtilal Mahkemeleri'nden ilhamla 1920'de çeşitli şehirlerde İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bunlara asker kaçaklarını takip etme ve Anadolu halkından Ankara Hareketi'ne karşı çıkanların cezalandırılması vazifesi verildi. Hâkimleri hukukçulardan değil de mebuslardan seçilen, doğrudan meclis başkanına bağlı bu mahkemeler 7 sene boyunca 83 bin zanlıyı muhakeme etmiş; 4.500 idam olmak üzere 50 bin kişiyi cezalandırmıştır. (35 senelik Yunan Harbi'nde Türk ordusunun kaybı 9000 civarındadır.) İnkılâplara reaksiyondan başka bir şey olmayan Kürt isyanlarını bastırma harekâtlarında imha edilen onbinlerce köylü bu sayıya dâhil değildir. Bursa, Yozgat gibi muhalif şehirler bile ceza yatırımdan mahrum bırakılmışlardır. Hukuk yerine siyasetin tatbik edildiği, kişilere kabahatinin söylenmediği, zanlıların geçmiş bütün hayatının mevzuu edildiği ve üç kişiden müteşekkil bu göstermelik mahkemelerde, bütün söz, Ankara ile irtibatta olan bir azaya aitti. Mahkeme reisi ve savcı bile bu kişinin ağzına bakardı. Verilen kararlar kat'iydi; temyizi yoktu. Bu isyanlar vesilesiyle, inkılâpları demokratik bir referanduma arzetmekten kaçınmanın ve demokratik bir meclis kurmamanın ne kadar yerinde! olduğu da ortaya çıkmıştır.
Sayfa 133Kitabı okudu
Reklam
İttihad ve Terakki'nin Güzel(!) İcraatleri
Cemal Paşa'nın yaveri Ali Fuad (Erden) Bey'in Suriye Hatıraları'nda bu hususu açıkça görmek mümkündür. Suriye'ye varabilenler top- lama kamplarına yerleştirilmiş; kâfi yiyecek verilmediği için burada açlık ve hastalıklardan ölmüşlerdir. Bir deri bir kemik kalmış muhacirlerin acıklı hâlini görüp Cemal Paşa'ya ordu deposundan kamp- takilere zahire verilmesini teklif eden Fuad Bey'e, "Sen hâlâ bizim maksadımızı anlamadın mı?" diye cevap veren Cemal Paşa, tehcir esnasında Ermenileri katleden çetecilere de hüsnükabul göstermiştir. O devirde Türkiye, Almanya'nın nüfuzu altındaydı. Tehcirde yaşananların, Almanların bilgisi, hatta arzusu dışında gerçekleşmesi mümkün değildi. II. Cihan Harbi'nde Yahudilere yaptıkları düşü- nülürse, bu hâdiseden en az İttihatçılar kadar mesul oldukları söy lenebilir. Müttefikler, 1922'de Yeni Türkiye ile anlaştıktan sonra, o zamana kadar sık sık istismar ettikleri Ermenileri kirli bir mendil gibi atıverdiler. Zira artık bunlara ihtiyaçları kalmamıştı.
Osmanlı fethettiği yere VATAN, eski düşmanına VATANDAŞ muamelesi yaptı...
Kimi “Hasta Adam” dedi… Kimi kendi menfaati uğruna hastayı iyileştirmeye kalkıştı… İsyanlar, darbeler, Jön Türkler, İttihat ve Terakki, Balkan Harbi derken, Osmanlılar, ellerinde kalan son toprak parçasını kurtarma derdine düştüler. Ancak bilanço ağır oldu. İmparatorluk, pek çok parçasını geride bırakırken bambaşka bir hâle dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti, kalan topraklarda, dokuz asırlık bir imparatorluğun üzerinde kuruldu.
İnsan hayatında devrim değil; evrim esastır. Bu sebeple inkılaplar her zaman gürültülü ve acılı olmuştur. Bir ideolojinin eseri veya bir liderin empozesi olduğu İçin, taraftarları kadar aleyhtarları da vardır. Hatta aleyhtarları daha çoktur. Ama devrimin coşkusu içinde muhalifler bir varlık gösteremezler.
Sayfa 129Kitabı okudu
Reklam
Hürriyet Bayramı!
Meşrutiyet devrinin ilk icraatı sansürün kaldırılması oldu. O zamana kadar gazeteler umumî ahlâk ve âdâba aykırı, asayişi bozucu, halkın zihnini karıştırıcı neşriyat yapamazdı. Kitaplar da dine, ahlâka ve ilmî prensiplere uygunluğu cihetiyle tetkik edilip izin verilmedikçe basılamazdı. 24 Temmuz günü gazeteciler toplanıp müsveddeleri sansüre vermeme kararı aldı ve gazeteler bu şekilde basıldı. 24 Temmuz sonradan gazeteciler bayramı kabul edildi. Mamafih daha sonra darbecilerin sansürü Sultan Hamid devrini mumla aratacaktı. Sansür kalkınca, gazeteler her gün Sultan Hamid ve devr-i sabık (eski devir) aleyhinde neşriyat yaptılar. Olmadık söz ve iftiralarla padişahı lekelemeye çalıştılar. Gazeteci Abdullah Cevdet, sonradan, "Sultan Hamid aleyhinde yüz yalan uydurdum. Birine ben de inandım. O da harbiye talebelerinin ayağına taş bağlanıp Sarayburnu'ndan denize atılması idi" demiştir. Bu neşriyat öyle bir hal aldı ki, halk bile padişahı gözden çıkarttı. Benzeri hâl, 1961'de Adnan Menderes için de bahis mevzuu olmuştur.
Resim