Yıllardır gerek, her sayısında yer verdikleri muhtelif yazarların kapaklardaki dikkat çeken illüstrasyonlarıyla olsun, gerekse de muhtelif hediyeleriyle Ot dergisi her zaman gözüme çarpasına karşın, sebebini bilmediğim bir şekilde hiç elime alıp bakmamıştım bile, ta ki en sevdiğim yazarlardan olan Orhan Pamuk’u son romanı Veba Geceleri ile alakalı kapağına alana dek.
Derginin kapağına Orhan Pamuk’u koymasıyla beraber ilk defa dergiyi alıp, okumaya başladım. İlk sayfayı açar açmaz ise, kağıdın baş ağrıtan iğrenç kokusuyla beraber dergiyle hoş olmayan bir tanışıklığım başlamış oldu.
Bu hoş olmayan bir şekilde başlayan tanışıklığım, Orhan Pamuk röportajını okumaya başladıkça, röportajı yapan Dündar Hızal’ın Orhan Pamuk’un kitaplarını okumuş olmasının ve bu durumun katkısıyla beraber de kaliteli sorular sormasıyla bu hoş olmayan tanışıklığım kendisini daha olumlu bir tanışıklığa doğru götürmeye başlamak için ilk adımı atmış oldu.
Bu olumlu ilk adımdan sonra ise dergiyle tanışıklığım, derginin diğer içeriklerini okumaya başladıkça koşar adımlarla, hayatımdan vakit çalmasını öfkesiyle beraber bir daha tanışmamak ümidiyle bitti.
Bu öfkemin nedeni ise, içeriklerinin hiçbir derinliği olmayan, afilli cümlelerle donatılmış, boş benzetmelerle doldurulmuş, bir tweetin 280 karakterin sınırını aşmış ve bu aşmışlığını da doldurabilmek için uzatılmış basit kelimelerle dolu içerikler.