Chopin ve Schubert dinlediğinde ağlayan, aşık olduğunda terliklerine kahve damlatan, makyajının arkasına acılarını, sevgisini, umutlarını saklayan bir palyaço.
“Bu dünyada kimse bir palyaçoyu anlamaz.” ki Marie de anlamadı Hans’ı, ailesi de, dar zihniyetiyle o toplum da..
Hans Schiner, zengin bir ailenin oğludur ve meslek olarak ailesinin onaylamadığı bir şey seçmiştir: Palyaçoluk. Hans’ın da burjuva toplumuna, ailesine, kiliseye dair kabullenmediği bir çok düşünce ve durum vardır. Bu halde kendine toplumda bir yer bulamaz. Sevdiği kadının hayatında da yeri yoktur artık. Çünkü Marie onu evlenmeye ve doğacak çocuklarına Katolik terbiyesiyle büyütmeye dair sözleşmeyi imzalamak istemediği için, toplum baskısına dayanamayıp terk eder, başka biriyle birlikte olur.
Hans, sevdiği işi aşkla yapıp para kazanamayan, sevdiği kadına aşkla bağlandığı halde onunla birlikte olamayan yalnız bir palyaçodur. Küf rengi odada, çoğu zaman küvette onun düşüncelerine, telefon konuşmalarıyla da anılarına ortak olup yaşadıklarını okuyoruz.
Benim Henrich Böll’den okuduğum ilk kitap. Böll, 2.Dünya Savaşı sonrası Alman burjuvasına, kilisesine, derneklere ve çarpık zihniyete yönelik sağlam bir eleştiri yapmış. Bol hiciv içeren cümleleri tahmin edildiği üzere yayımlandığı yıllarda Almanya’da tartışmalara yol açmış. Birçok dükkan, kitabı tezgah altından satmış. Fakat Böll zamanın kendini haklı çıkaracağını bilircesine bir son söz kaleme almış kitap bitiminde. 1972’de kendisine Nobel Ödülü verilmiş.
“Hiçbir şey düşünme. Küvette ağlayan, terliklerine kahve damlayan o palyaçoyu düşün.”
Tanışmak güzeldi..