Pazartesi Öyküleri-1

Alphonse Daudet
Okulun çatısı üzerinde güvercinler pes perdeden dem çekiyorlardı. Kendi kendime: - Acaba bunları da Almanca ötmeye mi zorlayacaklar? dedim.
Kimileyin, geceleleri kervansarayın büyük kapısı ardına kadar açılır ve avluda atlar eşinirdi. Çevreden bir ağa, karılarından içi sıkılarak, batı yaşamına şöyle bir girmeye, Rumilerin piyanosunu dinlemeye ve Fransız şarabı içmeye gelirdi. Muhammet, Kuranında şarabın tek damlası haramdır demiş, ama her şeyi kitabına uydurmak kolay. Ağa, kadehine şarap kondukça, içmeden önce, parmağının ucuyla bir damlasını alır, pek ciddi bir edayla şöyle bir silker ve bu haram damla atılınca, kalanını gönül erinciyle içerdi.
Sayfa 132Kitabı okudu
Reklam
Yemek faslı bitip de sofra kaldırılınca, yirmi yıldan beri orada uyuyup duran eski bir piyano açılır ve Fransız şarkıları söylenir ya da herhangi bir Lauterbach havasıyla, palaskasına kılıç meşini asılı bir genç Werther, matmazel Schontz ile şöyle bir boy vals yapardı. Bu biraz gürültülü asker neşesi içinde, kordonların, kocaman kılıçların ve küçücük kadehlerin şıkırtısı arasında, bu baygın müziğin, valsin burgacına kapılmış, tempoyla çarpan bu iki yürekten, son notayla ölen bu sonsuz aşk yeminlerinden daha güzel ne olabilir?
Sayfa 131Kitabı okudu
Sözcükler her zaman bildirdikleri şeylerden çok daha şiirseldir.
Sayfa 129
Daha çarpışma akşamı, albayı kendisine: -Bayrak sende, öyle mi arkadaş? Peki, öyleyse hep sende kalsın! demişti. Alayın kantincisi kadın, yağmur ve ateş yemiş zavallı sefer kaputunun üstüne, hemen bir teğmen şeridi teyelleyiverdi. Aşağılık koşullarda geçmiş bütün bir yaşamının biricik övüncü, bu oldu. Daha o anda, yaşlı erin beli doğruldu. Kambur kambur, gözler yerde yürümeye alışık olan bu zavallı insanın yüzünde bir gurur parladı; bakışları, bez parçasının dalgalandığını görmek ve onu dimdik, yükseklerde, ölümün, hayınlığın ve bozgunun üstünde tutmak için, hep yukarıya dikildi.
Sayfa 110Kitabı okudu
COLMAR YARGICININ GÖZÜNE GÖRÜNENLER
Mezarlığın bir başından öbür başına dek herkes gülüyor, herkes böğürlerini tuta tuta kahkahayı atıyor ve bu kaba Prusya neşesi, ölünün, sonsuza dek sürecek bir aşağılanmanın ağırlığı altında ezilerek, utancından ağladığı mahzende bile çın çın ötüyor...
Sayfa 30
Reklam
Stenne, gömleğinin altında paracıklarının çın çın ettiğini duyup da bu parayla tadını çıkaracağı kuka partilerini düşününce, suçunu eskisi gibi iğrenç bulmadı. Ama yalnız başına kaldığında... ah, zavallı çocuk! Kapılardan sonra büyük oğlan kendisinden ayrılınca, cepleri kendisine daha ağır gelmeye ve yüreğini sıkan el büsbütün yumulmaya başladı.
Onu, ölümünden de çok üzen şey, çevresine yığılan bu büyük kalabalığın içinde, bir tek dostu, bir tek akrabası olmayışıdır.
Söz sözü açtı ve M. Hamel bize Fransızca'dan söz etmeye başladı. Bu dilin dünyanın en güzel, en açık, en sağlam dili olduğunu, aramızda korumamız ve asla unutmamamız gerektiğini söyledi. Çünkü bir ulus tutsaklığa düştüğünde, diline sahip oldukça, zindanının anahtarı kendi elinde demektir...
Çünkü bir ulus tutsaklığa düştüğünde, diline sahip oldukça, zindanının anahtarı kendi elinde demektir.
Reklam
Bir ulus tutsaklığa düştüğünde , diline sahip oldukça , zindanın anahtarı kendi elinde demektir.
Her kurşunun karşı kıyıdan yanıtı geliyor. Ses, suyun üstünden geçerken sekiyor ve tepeler arasında durmadan yuvarlanıp gidiyor.
Kıyıda, hendek boyunca, birtakım zavallılar, önlerindeki küçük çekçek arabalarına babadan kalma eşyalarını, rengi uçmuş kocaman koltuklarını, imparatorluk biçimi masalarını, Hint kumaşıyla süslü aynalarını yığmışlar, ite ite gidiyorlardı. Bu kadar tozu havaya kaldırmak, bütün bu andaçları yerinden oynatmak ve birbiri üstünde yollarda süründürmek için, evlere nasıl bir acının girmiş olabileceği pek iyi duyumsanıyordu.
"Hiç yalnız kalamamak, hep kalabalık içinde yaşamak, ne korkunç işkence!"
Anımsıyorum, kervansarayın kapısındaki eski kuyu bu gün batımı pırıltılarına öyle bürünürdü ki, aşınmış bilezik taşı pembe mermere dönerdi; kova kuyudan alev çıkarır, ipten ateş damlaları dökülürdü.
Sayfa 130Kitabı okudu
Resim