Gayrimeşru İlişkinin Doğanın Dengesini Bozduğu İnancı Nereden Geliyor?
Erkek ve kadın arasındaki gayrimeşru ilişkilerin neden doğanın dengesini bozduğu ve özellikle de topraktan çıkan ürünlere zarar verdiği düşünülüyor, diye sorduğumuzda ancak tahmini bir kısmi cevap vermek mümkündür. Bu tür ilişkilerin, birkaç kişinin günahı için ayrımsız bütün topluluğu cezalandıran tanrıları kızdırdığını söylemek yeterli değildir.
Çünkü tanrıların insanın hayal gücünün ürünleri olduğunu akıldan çıkarmamamız gerekir; tanrıların insan gibi davrandığı düşünülmekte ve onlara sadece kendisinin yansıması olan beğeni ve fikirler yakıştırılmaktadır.
Dolayısıyla bir şeyin Tanrı öyle istediği için günah olduğunu söylemek, sadece araştırmayı bir adım geri itip başka bir soruyu sormak demektir:
Tanrı'nın niçin bu tür eylemleri sevmediği ve cezalandırdığı düşünülmektedir? Niçin yabanlara özgü bu kadar çok tanrının zinayı, gayrimeşru ilişkiyi ve ensesti yasaklayarak şiddetle tepki verdiğinin cevabını belki, yabanların insan türüyle hayvan ve bitkilerin üremesi arasında paralellik kurmasında bulmak mümkündür.
Bu tümüyle fantastik bir paralellik değildir, aksine gerçek ve hayati bir paralellik söz konusudur; ancak ilkel halklar bunu gıda üretimini artırmaya uygulayarak yanlış bir şekilde genişletmişlerdir. Aslında belli cinsel davranışlar sergileyerek ya da belli davranışlardan kaçınarak, hayvan ve bitkilerin çoğalmasını artıracaklarını hayal etmişlerdir.
Orestes'in annesini öldürmesinin ardından çıldırmasından sonra parmaklarından birini ısırarak kopartmak suretiyle iyileştiğine dair ilginç bir öykü vardır; daha önce kendisine siyah görünen öldürdüğü annesinin hayaleti, kendisini bu şekilde yaralamasından sonra beyaz görünmüştü; adeta kendi kanı kızgın hayaleti yatıştırıp yumuşatmaya yetmişti.
Toplumu ilgilendiren şey fikir değil davranıştır: Davranışlar doğru ve iyi ise düşüncelerimizin iyi veya kötü olması önemli değildir. Yanlış düşüncenin tehlikesi, ki bu ciddi bir tehlikedir, genellikle yanlış bir eyleme yol açmasıdır.”
“Yöneticilerine karşı derin bir saygı duygusuyla ve abartılı bir güç anlayışıyla şartlanan halk, onların da kendisi gibi olduğunu bilseydi böylesine kayıtsız şartsız bir itaat göstermezdi.”