"Acaba dünyada, ülkesinin yetenekli evlatlarını bu kadar kolay harcayabilen, bir çırpıda silip atan başka bir ülke var mıdr?"
Leyla eşinin son sözlerine bir başka açıdan yaklaştı. "Tıpkı Osmanlıda olduğu gibi! En tehlikeli bulunanlar, ne hikmetse hep en vatanseverler arasından seçiliyor. Devletin
yönetim biçimi değişti değişmesine ama bana soracak olursan, yönetimi elinde bulunduranların aydınlara bakışında eskisinden zırnık fark yok. Eskiden Saray'a karşı olanlara yaşama hakkı tanınmıyordu, şimdi de Ankara'yla ters düşenlere vatan
haini muamelesi yapılıyor."
İspanyada içsavaş bütün hızıyla devam ediyordu.
24 Haziran 1936'da, İspanya hükümeti bütün dünyaya seslenmiş ve yardım istemişti.
Dünya, İspanyada yaşananlara gözlerini kapatmış gibiydi.
Nâzım, Orhan Selim takma adıyla yazdığı Akşam'da, İspanya'ya dair iç parçalayan duruma dikkat çekti.
"ispanyada irtica, çoluk çocuk, kadın erkek, şehir ve köy bütün bir emekçi İspanyol halkının kan ve ateş içinde ezmeye çalışırken.
Burhan Belge, Sadri Ertem ve Nâzım gibi birkaç aydın kalemin** dışında, İspanya'da olup bitenlere kimsenin başını çevirip baktığı bile yoktu.
19 Ağustos tarihinde, ünlü Ispanyol yazar Lorca'nın, *** milliyetçiler tarafindan mahkeme edilmeye lüzum görülmeden
Granadada kurşuna dizilmesi de Nâzım ve arkadaşları dışında kimsenin umurunda olmadı.
* 26 Temmuz 1936, Akşam
** Burhan Belge, Ulus gazetesinde 9 Ağustos'ta "Ispanya Faciası", 11 Kasım'da "Madrid Önünde" başlıklı yazılar kaleme aldı. Sadri Ertem ise Kurun'da 1 Ekimde "Madrid
Düşerse"'yi yazdı.
*** Federico García Lorca 1898 -1936 ylları arasında yaşadı. Şair, oyun yazarı, ressam, piyanist ve bestecidir.
Ömer önce 21 Temmuz 1957" dedi, sonra okuyacağı şiirin adınn söyledi.
"Son Otobüs."
Nazım gülümsedi.
Ömer şiirden bir parça okudu.
"Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği
elimi sıkarken sapladığı bıçak..."
Derin bir nefes aldı Nâzım. Uzun konuşacağı belli olmuştu "Bakın çocuklar, parti başka bir şeydir, kifayetsiz yöneticiler ya da kadrolar başka bir şey. Bizler, arada bir değişen yöneticilerin kara kaşlarına, kara gözlerine âşık olduğumuz için partili değiliz. Toplumu değiştirme gücüniü elinde bulunduran biricik araç olduğu için bu çatının altında toplanırız. Siyasi partiler bazen iyi, bazen kötü yönetilir. Bugün içinde değilim ama yarın yine içinde olacağım. Çünkü toplumsal mücadelenin yöneticilere kızılarak yapılmayacağını biliyorum.."
Şair gayet iyi izlemişti Türkiye'de filmciliğin gelişimini. Ülkede, 1914'ten bu yana, yani yaklaşık yirmi yıldır film çekiliyordu.
Muhsin Bey Türkiye'de ilk sesli filmi çeken yönetmendi.1931'de Istanbul Sokaklarında'yı** çekmiş ve çok sükse yapmıştı. Filmde iki kardeş aynı kadına âşık oluyordu. Nâzim abartılı, yer yer saçma bulmakla birlikte, ilk deneme olarak çok etkilenmişti Muhsin Bey'in ortaya koyduğu çalışmadan ve "Ben de bu
işin içinde olmak istiyorum" demişti.
* ilk film 1914 yılında çekilen Ayastefanos'taki Rus Abidesi'nin Yıkılışı'ydı. Sonra 1917'de ilk konulu Türk filmi olan Pençe ve Casus geldi. Onu 1919'da sansürlenen ilk Türk flmi özelliğini taşıyan Mürebbiye izledi. 1921'de Bican Efendi ve Vekilharç çekildi.
** İlk Türk-Yunan ortak yapımı film.