Kimisine göre ütopya olan, kimisine göre distopya olabilir.
"Halk, aklını kullanmazsa karşısına çıkan ilk tiranın kölesi olur."
Çünkü mevcut durumu analiz edip yanlış giden bir şeylerin olduğunu fark etmek bile belli bir zeka seviyesi istiyor. Cehalet mutluluk getirir mi bilinmez ama bu çağda, bu imkanlarla cehalet bir durum değil, tercih meselesidir o kesin.
Gelelim kitaba...
Belli bir bilgi birikimine sahip olmanın, klasik müzik dinlemenin, tiyatro izlemenin, sinemaya gitmenin,kitap okumanın, edebiyatın, söz sanatının, hatta şık giyinmiş olmanın bile toplum tarafından dışlanma, hatta linç edilme sebebi görüldüğü bir dünya. Entelektüel insanlar radikal şık olarak isimlendiriliyor ve çıkan bazı olaylar neticesinde kayıt altına alınmaya başlanıyor.
Okur yazar olmamakla gurur duyan insanlar. Ahmaklığın, aptallığın yüceltildiğini, dilin sadeleştirilme çalışmaları sonucu gelen yasaklarla insanların konuşmaya bile çekindiği bir ülke. Düşünebilen insanlar için bir cehennem. Ama düşünebilen insanların bile elini taşın altına koymaya çekindiği (burada çekinmek doğru kelime mi yoksa bu durumda 'imtina etmek' kelimesini mi kullanmalıyım bilemedim) bir zaman.
Dili oldukça akıcı, sıkmadan, bunaltmadan (ve alt yazılarla eğlenceli bile olmuş) kurgulanmış bir distopya okudum.
Bir TV programında sadece alıntı yaptığı için linç edilen ve bu sebeple evinin önünde dövülerek öldürülen bir profesörle başlıyor hikaye. Öyle aman aman olaylar, aksiyonlar yok. Ama ben çok başarılı buldum. Fahrenheit 451'e benzettim kurguyu, hatta ondan daha çok beğendim.
Tavsiye edilir. İyi okumalar dilerim...