Emile Zola’ya ait Rougon-Macquart serisinin yazım sırasına göre beşinci, okuma sırasına göre dokuzuncu kitabı Rahip Mouret’nin Günahı. Benimse seriye dair okuduğum dördüncü kitap ve diğer üçünden epey farklıydı anlatım şekli ve konusu olarak. Serinin ilk kitaplarında Fransa’nın siyasi ve toplumsal tarihine odaklanan temalarla karşılaşırken bu kitapta yasak bir aşk üzerinden din-doğa-aşk çatışmasına tanık oluyoruz. Zola’nın kiliseye, dine, dönemin kadınlara karşı bakış açısına karşı eleştirileriyle birlikte kendini tamamen Tanrı’ya adamış Rahip Mouret’nin bedenine ve ruhuna hükmetmek için hazırda bekleyen aşk duygusuna karşı belli dönemlerde gösterdiği farklı davranış ve duygu durumlarını bazen empati bazen öfke ile okuyoruz.
Kitabı okuyan pek çok kişinin de belirttiği gibi betimlemelerle dolu bir eser. Özellikle doğaya dair betimlemeler kitabın belki de yarısını kaplıyor.
“İnsan herhangi bir varlığı her şey gibi düşünürse sarsılmaz.”
“Köylerde din bitiyor. Çünkü iyi bir kadın haline getirdiler onu. Acımasız, merhametsiz bir ev sahibesi gibi konuştuğunda saygı görüyordu.”
“Hiç, hiç, hiçbir şey yok. Güneş sönünce her şey bitecek.”
“Dünya karşısında o kadar güçlüydü ki, insanlar arasında yürürken, yalnızca Tanrı’yı görüyordu.”
“İnsan ruhunu yitirecekse, evreni fethetmesi neye yarar?”
“İnancın verdiği acizliği muhafaza etmek için cahil kalmak istiyordu.”
“İnsan gerçekten pişmanlık duyarsa, gene kurtulmuş sayılır değil mi peder?”
“Ölüm onu arzu ettiğinde büyük bir aşk hamlesinden başka bir şey değildi.”