Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4

Muhyiddin İbn Arabi

Oldest Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 Posts

You can find Oldest Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 books, oldest Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 quotes and quotes, oldest Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 authors, oldest Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 reviews and reviews on 1000Kitap.
Sebepler (ilaçlar) kullanıldığı zaman ortaya çıkan şifa aslında Allah'ın şifasıdır, çünkü âlemden ilâhi bir âdet olarak sebepleri kaldırmak mümkün değildir. Nitekim bir hadiste “Allah Teâlâ'nın devasız hiçbir dert yaratmadığı” ifade edilmiştir.?* Burada edebin en yüksek seviyesi olan nübüvvet edebine dikkatle bak! İbrâhim Halil aleyhisselâm , "Hastalandığım zaman" demekte, fakat “Allah beni hasta ettiği zaman” dememektedir. Bu edebin nihai noktasıdır. Örfteki anlamı gereği hastalık bir kusur ve ayıp olarak telakki edildiği için İbrâhim aleyhisselâm bunu Allah Teâlâ'ya değil, kendisine atfetmiştir. Yine bu hastalığın ilâhi bir hükmün ismi olduğunu da hastalığı tarif ederken (açıkça değil, fakat) zımnen ve icmalen (detay vermeksizin, ana hatları ile) ifade etmiştir. Şifa örf tarafından güzel kabul edildiği için ise onu Allah Teâlâ'ya atfetmiş ve (bana şifa verendir) demiştir.
Şuara,195. Apaçık Arapça bir dil ile. İşaret Kur'ân'a, Araplara inen bir şey olarak değil, Hazreti Muhammed aleyhisselâma indirilen bir şey olarak bak; onu bu şekilde düşün, aksi takdirde onun mânalarını idrak etme konusunda hayal kırıklığına uğrarsın. Çünkü o, apaçık bir Arapça dil olan Hazreti Muhammed aleyhisselâmın dili ile indirilmiştir. Eğer dilinden dökülen Kur'ân tam da Hazreti Muhammed aleyhisselâmın mübarek dilinden dökülen Kur'ân ise o zaman sanki onu doğrudan Hazreti Peygamber aleyhisselâmın mübarek ağzından dinleyenler gibi anlarsın. Çünkü hitap ancak işitenin durumuna göredir, konuşanın durumuna göre değildir. Nitekim Hazreti Peygamber aleyhisselâmın Kur'ân'ı işitmesi ve anlaması, ümmetinden birinin onu okuduğu zaman söz konusu olan işitme ve anlamanın aynı değildir.
Reklam
Yaratılmış her varlık sürekli olarak darda kalma hâli ile başbaşadır, çünkü onun hakikati budur. Ama darda kalmış olmasına rağmen yine de mükellef kılınmıştır. Bu durumda onun yapması gereken şey, mükellefiyetinin sınırları içerisinde durmasıdır. Çünkü mutlak mânada darda kalmışlık hâli hiçbir zaman üzerinden kalkacak bir hâl değildir. Üzerinden belirli bir süreliğine kalkacak olan şey sadece hususi darda kalmışlık hâlidir. Hakikat itibariyle bakacak olursak kâinatın bütün hareketleri darda kalmışlıktır, zorunluluktur, mecburidir. Her ne kadar kâinatta bir 'irade, ihtiyar var olsa ve biz bunu itiraf etsek de bir başka şeyi daha biliriz ki o da, seçim sahibi olanın bu seçiminde bile mecbur olduğudur.
Kasas,68:Rabbin dilediğini yaratır ve (Ve seçer): Hak Teâlâ bütün varlıklara bunu yapar, her şeyde, her cinste bir şeyi seçer, tıpkı esma-i hüsra içerisinden “Allah” ismini, insanlar arasında resülleri, kullar arasından melekleri, felekler arasından arşı, rükünler arasından suyu, aylar arasından ramazanı, ibadetler arasından orucu, asırlar
Kur'ân'ın bizzat kendisinin içerisinde dahi bazı süre ve âyetler diğerlerine üstündür, oysa Kur'ân'ın tamamı hiç kuşkusuz ki Allah Teâlâ'nın kelâmıdır. Mesela Âyetü'lkursi Kur'ân'ın efendisidir, ama o da Kur'ân'dır. Böylece burada öğreniyoruz ki akli nazarın gerektirdiği hikmet, doğru değildir, Allah Teâlâ'nın işlerde câri olan hikmeti sahih olan hikmettir ve bu hikmet akli değildir, akledilmez. Haddizatında bu hikmet bilinmiyor ise bile, meçhul de değildir, fakat yine de salt fikir ve nazar ile tespit ve tayin edilemez. İmdi bizler âlemde seçim ve üstünlüğün mevcut olduğunu, hatta bizler için şeriatta belirlenmiş olan zikir ve dualarda bile bir üstünlüğün söz konusu olduğunu gördüğümüz zaman anlarız ki burada varlıkların kendilerinin ötesir de makul bir durum söz konusudur ve bu durum iradenin ta kendisidir, tek bir şeydeki ve eşit şeylerdeki üstünlük işte orada zuhur eder. Oysa bir olan üstünlük ile nitelenmez, eşit olan da nitelenmez. Bu durumda öğrenmiş oluruz ki Allah Teâlâ'nın sırrı meçhuldür, onu kendisinden başkası bilemez.
Yüce olan, Allah tarafından konumu yüce kılınandır. Yücelik zâti yüceliğe sahip olan Allah Teâlâ'dan olduğu için kendilerine yücelik makamı vermiş olduğu kimseleri muhafaza buyurur, zorba ve mütekebbir olup da büyüklük taslayanları ise yerle yeksan eder, kendi zâtında bulunan kibriyâ nedeniyle bunları cezalandırır. Bu nedenle (Sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır) buyurmuştur. Yani yeryüzünde büyüklük isteyenlerin istedikleri büyüklüğün akıbeti Allah'a karşı gelmekten sakınanlar lehine olacaktır. Yani Allah Teâlâ onlara dünyada ve âhirette yücelik dereceleri verecektir. Âhirette vereceği yücelik derecesi zaten muhakkaktır, çünkü Allah Teâlâ'nın vaadi haktır, haberi mutlak doğrudur. Âhiret diyarı ise mertebelerin birbirinden ayırt edilmesinin ve mahlükatın Allah katındaki değerlerinin, O'na göre konumlarının belirlenmesinin diyarıdır. Bu yüzden de kıyamet gününde muhakkak, Allah'tan sakınan takva sahiplerinin yücelik mertebesi olacaktır.
Reklam
34 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.