Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4

Muhyiddin İbn Arabi

Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 Sözleri ve Alıntıları

Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 sözleri ve alıntılarını, Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 kitap alıntılarını, Rahmetün Mine 'r-Rahman - Kur'an-ı Kerim Tefsiri 4 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Şuara,195. Apaçık Arapça bir dil ile. İşaret Kur'ân'a, Araplara inen bir şey olarak değil, Hazreti Muhammed aleyhisselâma indirilen bir şey olarak bak; onu bu şekilde düşün, aksi takdirde onun mânalarını idrak etme konusunda hayal kırıklığına uğrarsın. Çünkü o, apaçık bir Arapça dil olan Hazreti Muhammed aleyhisselâmın dili ile indirilmiştir. Eğer dilinden dökülen Kur'ân tam da Hazreti Muhammed aleyhisselâmın mübarek dilinden dökülen Kur'ân ise o zaman sanki onu doğrudan Hazreti Peygamber aleyhisselâmın mübarek ağzından dinleyenler gibi anlarsın. Çünkü hitap ancak işitenin durumuna göredir, konuşanın durumuna göre değildir. Nitekim Hazreti Peygamber aleyhisselâmın Kur'ân'ı işitmesi ve anlaması, ümmetinden birinin onu okuduğu zaman söz konusu olan işitme ve anlamanın aynı değildir.
Her zaman ilim ve amel sahibi ol. Şeriatın seni yönlendirip davet ettiği ve senden yapmanı istediği şey de odur. Sen de kendi kurtuluşun için ve kendilerini şeriata uygun apaçık yolda yürüterek halkının kurtuluşu için çalış. Çünkü Allah Teâlâ kıyamet günü adalet ve güzel kişilik, karakter ve davranışlarında onları senin lehine şahit kılar. Şayet onları muhalif ve yasak yollara yönlendirirsen durum tersine döner ve Hak Teâlâ kötü karakter ve davranışlarında kıyamet günü onları senin aleyhine şahit kılar. Vücut organları, kıyamet günü lehine ya da aleyhine şahitlik edilecek kimse için güvenilir bir şahittir. Çünkü kendisinden meydana geldiği bedenin işlerini yönettiği sürece nefs-i nâtıkanın, vücut organlarını ancak Şâri' diliyle Allahın belirlediği yer ve hâllerde ona itaat için hareket ettirmesi bedenin hakkıdır.
Sayfa 321Kitabı okudu
Reklam
(Namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar(Ankebut,45)), yani sureti ile böyle yapar, nitekim iftitah tekbiri namazın başlangıcı, ona namaz dışındaki şeyleri haram kılıcı, selâm ise sonudur, ona bunları helâl kılıcıdır. Böylelikle namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah Teâlâ, içerdiği ihram (haram kılma, kutsallaştırma, yasaklama) nedeniyle bize bu hakikatten haber vermek üzere bu âyette bize bunu bildirmiştir. O hayâsızlık ve kötülükten alıkoyar, bunun sebebi ise iftitah tekbiridir. Çünkü bu tekbir, namaza başlayan için namazda olduğu sürece başka bir işle meşgul olmayı haram hâle getirir. Bu ihram (iftitah tekbiri) sayesinde onu hayâsızlık ve kötülükten alıkoyar. İhram kelimesi, kişiyi namazda oluşuna aykırı olacak bir tasarruftan alıkoymaktır. Böylelikle namaz kılan kimse bu tür tasarruflara son verir, böylece Allah'ın emri ile ona ibadet eden kimsenin sevabını aldığı gibi aynı namaz içerisinde —her ne kadar doğrudan buna niyet etmemiş olsa da-Allah'ın haram kılmış olduğu şeyleri terketmenin sevabını alır. Namazın ne kadar üstün bir ibadet olduğunu bir düşün! (Âyet-i kerime) nasıl da bu mu
Sayfa 109Kitabı okudu
Yaratılmış her varlık sürekli olarak darda kalma hâli ile başbaşadır, çünkü onun hakikati budur. Ama darda kalmış olmasına rağmen yine de mükellef kılınmıştır. Bu durumda onun yapması gereken şey, mükellefiyetinin sınırları içerisinde durmasıdır. Çünkü mutlak mânada darda kalmışlık hâli hiçbir zaman üzerinden kalkacak bir hâl değildir. Üzerinden belirli bir süreliğine kalkacak olan şey sadece hususi darda kalmışlık hâlidir. Hakikat itibariyle bakacak olursak kâinatın bütün hareketleri darda kalmışlıktır, zorunluluktur, mecburidir. Her ne kadar kâinatta bir 'irade, ihtiyar var olsa ve biz bunu itiraf etsek de bir başka şeyi daha biliriz ki o da, seçim sahibi olanın bu seçiminde bile mecbur olduğudur.
Sebepler (ilaçlar) kullanıldığı zaman ortaya çıkan şifa aslında Allah'ın şifasıdır, çünkü âlemden ilâhi bir âdet olarak sebepleri kaldırmak mümkün değildir. Nitekim bir hadiste “Allah Teâlâ'nın devasız hiçbir dert yaratmadığı” ifade edilmiştir.?* Burada edebin en yüksek seviyesi olan nübüvvet edebine dikkatle bak! İbrâhim Halil aleyhisselâm , "Hastalandığım zaman" demekte, fakat “Allah beni hasta ettiği zaman” dememektedir. Bu edebin nihai noktasıdır. Örfteki anlamı gereği hastalık bir kusur ve ayıp olarak telakki edildiği için İbrâhim aleyhisselâm bunu Allah Teâlâ'ya değil, kendisine atfetmiştir. Yine bu hastalığın ilâhi bir hükmün ismi olduğunu da hastalığı tarif ederken (açıkça değil, fakat) zımnen ve icmalen (detay vermeksizin, ana hatları ile) ifade etmiştir. Şifa örf tarafından güzel kabul edildiği için ise onu Allah Teâlâ'ya atfetmiş ve (bana şifa verendir) demiştir.
Cehennemliklerin tamamı hesaba çekilir. Cennetlikler cennete girip oraya yerleşince ve orada rablerini görmeyi dileyince sadece rüyetullah için uygun olan bir surette haşredilirler. Allah'ı görüp geri döndükten sonra bu sefer sadece cennette kalmaya uygun bir surette tekrar haşredilirler. Her bir suret öncekini unutturur. İnsan cennete girip oradaki suretleri görünce hangisini diler ve beğenirse o surete girer. Böylece cennette daimi olarak bir suretten diğerine intikal edip durur ve bu durum sonsuza kadar böylece devam eder. Bu da insana ilâhi genişliğin ne kadar sonsuz olduğunu öğretmek içindir. Eğer bunu iyiden iyiye düşünür ve anlarsan, senin şu anda da bu durumda olduğunu kavrarsın. Zira sen her nefeste bir suretten bir diğerine geçmektesin. Fakat alışılmış görüntün bu durumun senden perdelenmesine neden olur. Her hâlinde bir değişim yaşadığını hissetsen bile bunun bir suretten diğerine intikal olduğunu bilmezsin.
Sayfa 440Kitabı okudu
Reklam
Bil ki ilim Allah'ın nurlarından bir nur olup onu kullarından dilediğinin kalbine atar. Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Yoksa ölü olup da kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içerisinde kendisi ile yürüyeceği bir nuru ona verdiğimiz kimse” (En'âm, 6/122) Buradaki “nur”dan maksat ilimdir, o da kulun nefsinde bulunan bir özelliktir ve bu özellik onu eşyanın hakikatine muttali kılar. Göz için güneş ışığı ne ise bu da basiret için odur, hatta ondan daha kâmil ve üstündür.
Sayfa 414Kitabı okudu
İnsan doğduğu zaman karanlığı içinde kalır ve böylece zâhiri nur iken bâtını karanlık olur. İnsan içinin karanlığında her zaman bilgi kandiliyle yürüyebilir. Bu kandile sahip olmazsa, o karanlıklarda doğru yolu bulamaz.
Nasihat Yaratılmışlarla beraber rahat yoktur, o hâlde sen Hakk'a dön, çünkü sana evla olan O'dur. Eğer yaratılmışlar nasılsalar sen onlarla o şekilde irtibat kuracak olursan o zaman Hak'tan uzaklaşırsın, çünkü onlar Hakk'ın razı olmadığı bir hâl üzeredirler. Eğer onlarla bu şekilde ilişki kurmazsan sana musallat olurlar. Dolayısıyla rahat yoktur.
Sayfa 189Kitabı okudu
Hazreti Peygamber aleyhisselâm “Âdem daha toprak ve su arasında iken ben nebi idim.”5 buyurmuştur. Bu sözü ile kastettiği, Âdem henüz toprak ve su arasında iken onun kendi peygamberliğine dair ilmin hasıl olduğudur. Nitekim kendisi her hâlinde Allah'ı zikrederdi. Kendisi hakkında -ki kendisi mutlak olarak doğru sözlüdür- şöyle buyurmuştur: “Benim gözüm uyur, ancak kalbim uyumaz.” Bu sözü ile o fiziksel olarak gözleri uyuduğu zaman dahi kalbinin uyumadığını bildirmiştir. Onun ölümü de böyledir, nasıl ki sadece fiziksel olarak uyuyordu ise, aynı şekilde ölümü de sadece fiziksel ölümdür. Zira Allah onun için “Sen öleceksin.” buyurmuştur. Kalbi nasıl uyumuyorsa, ölmemiştir de. Allah'ın kendisini yarattığı günden beri hayattadır. Hayatı ise kesintisiz bir şekilde yaratıcısını müşahede etmesidir. İşte bu, fiziksel olarak ölmüş olsa bile mânevi olarak asla ölümsüz olan bir hayattır.
Sayfa 423Kitabı okudu
Reklam
Âhiretteki fiziksel diriliş bu dünyadaki yaratılışa benzemeyecektir. Çünkü bu ikisi birbirinin aynı değildir, aksine âhirette yeniden yaratılan insan farklı bir terkip ve mizaçta yaratılır. Nitekim âhiret diyarındaki yaratılışın mizacı hakkında şeriat ve nebevi tarifler mevcuttur. Her ne kadar her iki cihanda cevherler aynı olsa da terkip ve mizaç farklı olur. Dünyadaki terkip kabirde dağılır, yayılır, ancak âhirette sadece âhirete yaraşır olan, fakat dünyaya uygun olmayan yeni bir terkipte yaratılma söz konusu olur. Her ne kadar göz, kulak, ağır, iki el, iki ayak şeklinde suret kâmil bir şekilde iki cihanda aynı olsa da arada fark vardır. Bu farkın bazı vönleri hissedilir, bazı yönleri hissedilmez. Âhiretteki yaratılışın sureti (göz, kulak, ağır, iki el, iki ayak, vb. bakımından) bu dünyadaki suretin aynısı olduğu için bizim işaret ettiğimiz farklılık fark edilmeyebilir. Ama her iki yaratılışın hükmü farklı olduğu için arada mizaç farklılığı olduğunu anlarız.
Sayfa 140Kitabı okudu
Eşler arasında var edilen sevgi, üremeyi ortaya çıkaran nikâh ilişkisini sürdürmektir. Eşler arasında yaratılmış sevgi, eşlerden her birinin digerine karşı duyduğu sevgi, şefkat ve onda bulduğu sükündur. Kadın açısından bu, parçanın bütüne, fer'in asla, garibin vatanına duydugu özlem ve iştiyaktır, erkek açısından ise bütünün parçasına duyduğu özlem ve iştiyaktır, -çünkü bütün ismi onunla gerçekleşir, onun olmaması hâlinde bu isim müsemmasız kalır , aslın fer'e duydugu özlem ve iştiyaktır, çünkü kadın ondan yaratılmıştır. Sevgi ve rahmet ile bütün parçayı ister, parça da bütünü ister, böylece birleşirler ve bu birleşmeden evlatların ayanları ortaya çıkar.
Allah Teâlâ peygamberi Hazreti Muhammed aleyhisselâma ilim dışında hiçbir şeyden ziyade verilmesi konusunda dua etmesini emretmemiştir. Burada ilimle Allah'ı ve âhiret diyarını bilmeyi, dünyanın hak ettiği şeyi, ne için yaratılıp hangi amaçla ortaya konulduğunu bilmeyi kastediyorum, başka bir ilmi değil. İnsan bu ilmi bilince nerede olursa olsun, işi basiret üzere olur ve ne nefsi ne de hareketleri adına hiçbir şeyden gafil ve cahil kalmaz. İlim, ilâhi ve kuşatıcı bir sıfattır. Allah'ın lütfunun en hayırlısıdır ve saadettir. Allah Teâlâ bir kulun bedbahtlığını murad ederse ondan ilmi izale eder. Çünkü ilim insanın zâti niteliği değil, sonradan kazanılmış niteliğidir. Sonradan kazanılmış olanın izalesi mümkündür. İşte böyle kimseden Allah ilim sıfatını izale edince, kendisine cehalet elbisesini giydirir. Zaten ilmin izale edilmesinin kendisi, doğrudan cehaleti ortaya çıkarır. Artık o kimsede, kendisinden ilmin izale edildiğini bilmek dışında hiçbir ilim kalmamış olur.
Sayfa 411Kitabı okudu
Eşler arasında var edilen sevgi, üremeyi ortaya çıkaran nikâh ilişkisini sürdürmektir. Eşler arasında yaratılmış sevgi, eşlerden her birinin digerine karşı duyduğu sevgi, şefkat ve onda bulduğu sükündur. Kadın açısından bu, parçanın bütüne, fer'in asla, garibin vatanına duydugu özlem ve iştiyaktır, erkek açısından ise bütünün parçasına duyduğu özlem ve iştiyaktır, -çünkü bütün ismi onunla gerçekleşir, onun olmaması hâlinde bu isim müsemmasız kalır , aslın fer'e duydugu özlem ve iştiyaktır, çünkü kadın ondan yaratılmıştır. Sevgi ve rahmet ile bütün parçayı ister, parça da bütünü ister, böylece birleşirler ve bu birleşmeden evlatların ayanları ortaya çıkar.
Sayfa 138Kitabı okudu
Mümin insan, korkusu ve ümidi eşit olan, biri diğerine baskın çıkmayan kişidir. Çünkü mümin her şeyi kendi mahalline koyar. İnsanın ilk yaratılışı zayıftır, zayıflığından dolayı da nefsinde korku önceliklidir. Sonra bu zayıflığın ardından kuvvet kazanır, böylece kuvveti ile birlikte ümit gelir. Çünkü ilimlerde ve yorumlarda nazarı, düşüncesi kuvvetlenir, Hak Teâlâ'dan yana ümidi büyür. Ancak akıl sahibi insan ümidi, yerinden taşacak şekilde aşırıya vardırmaz. Akıl sahibi ve ârif insanda korkuyu işe koşmayı gerektiren bir durumda ümidin kuvveti akla gelecek olsa, o kimse ümidi tek başına hüküm verme makamından azleder, onun yanına korkuyu da ortak kılar. İşte mümin budur, o her daim böyle kalmaya devam eder, ta ki zâtı Allah dostu velilerin, teşri ve risâlet kapısının kapanmış olduğu ve sadece ilâhi ilimlere ve sırlara sahip olmada seçkinlik kapısının açık kaldığı şu Muhammedi zamanda nübüvvet mirasında ulaştıkları kemal derecesine ulaşana kadar bu böyle sürer.
Sayfa 411Kitabı okudu
34 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.