1. Cilt

Rekin Teksoy'un Sinema Tarihi

Rekin Teksoy

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Hollywood filmlerinin konularının dünyanın dört bir yanında yaşayan sıradan insanların ilgisini çekebilmesi, bu ilginin önemli bir gerekçesiydi. Bu başarıda, sessiz sinema döneminden başlayarak, filmin üretiminde yapımcının tek seçici olmasının payı büyüktü. Gerçekten de, konuyu, senaryo yazarını, yönetmeni, oyuncuları, teknikerleri seçen, çalışma olanaklarını sağlayan hep yapımcıydı. Ortaya çıkan ürün, çoğu kez bir yaratıcının sanat anlayışının sonucu olmaktan çok, olabildiğince geniş kitlelere ulaşarak bol getiri sağlaması amaçlanan bir maldı. Bu nedenledir ki, Hollywood'a damgasını vuranlar, yönetmenler değil lrving Talberg, Louis B. Mayer, Cari Laemmle, Darryln F. Zanuck gibi yapımcılardı. Başka bir deyişle film de, tıpkı Charles Chaplin'in Asri Zamanlar'ında olduğu gibi, makineleşme çağının üretim zinciri içinde üretilerek tüketime sunulan herhangi bir maldı. Bu üretimde yönetmenlerin genel çizginin dışına taşmaya kalkabilecek isteklerine yer yoktu. Hollywood sineması, belirli türlere dayalı, seyircinin belirli noktalarda tepki göstermesini sağlayan ve temelde aynı konuları ufak tefek değişikliklerle sürekli olarak işleyen, kendine çizdiği sınırların dışına çıkmayan bir sinemaydı. Dünya ölçeğinde ilgi gördüğüne göre de, ticari açıdan hiç kuşkusuz başarılı bir sinemaydı.
Oscar Ödülleri binlerce kişilik bir seçiciler kurulu tarafından belirlendiği için, sonuç sinema sanatına katkıda bulunan filmlerden çok, geniş kitlelerin beğenisini yansıtan filmlerin ödüllendirilmesi olur. Bu konuda onlarca örnek verilebilirse de, Hollywood'un yetiştirdiği yaratıcıların belki de en başta geleni Charles Chaplin'in hiçbir filminin en iyi film, en iyi yönetmen ya da En İyi Oyuncu Oscarı'na değer görülmemiş olması, Oscar'ın değerlendirme ölçütleri konusunda en iyi örneği oluşturur.
Reklam
Platon'un Devlet adlı yapıtının yedinci kitabında, bambaşka bir amaçla da olsa değindiği "gölgeler" ise sinemanın dayandığı tekniğe ilişkin ilk yazılı belge olmak özelliğini taşır. Platon karanlık bir mağaradaki insanların, arkalarından gelen ışığın etkisiyle karşılarına vuran gölgelerini gördüklerini, gölgelerin de onlarla birlikte hareket ettiğini yazar. Böylece ışığın, hareket eden nesnelerin gölgelerini yansıttığı gerçeğinin Eski Yunan'da da bilindiğini doğrular.
Yeni göçmenlerden oluşan bu insanların en önemli ortak özelliği, yeni vatanlarının dili İngilizce'yi bilmemeleriydi. Tatil günlerinde gidebilecekleri tek yer mahallenin buluşma yeri saloon'du. Gençler için dans salonları, paten pistleri, bilardo salonları da vardı. 1890'a doğru lunaparklar, basketbol maçları, vodvil tiyatroları da eklendi bu eğlence yerlerine. Ama yeni göçmenlerin dil bilgisi, vodvil tiyatrolarını bile izlemeye yeterli değildi. Bu nedenle, önce Edison'un kinetoskopu, ardından da sinema, İngilizce bilmeyi gerektirmedikleri için, bu kitlenin temel eğlence aracı oldu. Bir başka deyişle, böyle büyük bir seyirci kitlesinin varlığı, sinemanın Amerika'da olağanüstü bir gelişme göstermesinin ana nedenlerinden birini oluşturdu. Sinema, aydınların küçümsediği bir halk eğlencesi olarak gelişti.
Nazilerin 1933'te iktidara gelmesi, Fritz Lang'ın ülkesinden ayrılmasına yol açtı. Oysa Goebbels, Lang ile özel bir görüşme yapmış, kendisinin ve Hitler'in Metropolis'i birlikte görüp çok beğendiklerini söylemiş, Lang'dan yeniden düzenlenecek sinema sektörünün başına geçmesini istemişti. Lang, anasının ataları arasında Yahudiler bulunduğu gerekçesiyle öneriyi kabul etmemişti. Özgürlükçü Lang, "yeni düzene" ayak uyduramayacağını bildiğinden, bu konuşmanın hemen ardından ülkesinden ayrılarak, bir yazısında belirttiği gibi "servetini, zengin kitaplığını, değerli tablolarını geride bırakarak, her şeye yenidenbaşlamak üzere" Paris'e gitti.
6 Ağustos 1945'te Hiroşima'ya atılan (20 bin ton TNT gücünde) uranyum yapılı atom bombası bir dakika içinde kenti yok etmiş, 70 bin kişinin ölümüne yol açmıştı. Üç gün sonra Nagazaki'ye atılan, bu kez plütonyum yapılı atom bombası da 40 bin kişiyi öldürmüştü. İki atom bombası Japon İmparatoru Hirohito'nun, teslim bayrağını çekmesi için yeterli olmuştu. Böylece savaş sona ermişti ama bu kez "soğuk savaş" yılları başlamış, bu arada nükleer bir çatışma olasılığının yol açtığı tedirginlik gündeme gelmişti. Bu olasılığın Hollywood sinemasında da yansımasını bulması kaçınılmazdı. Nrman Taurog'un yönettiği, yarı belgesel özellikli The Beginning or The End? (Başlangıç mı, Son mu?, 1947) bir bilim adamının çalışmalarını eksen alarak konuya eğildi. John Boulting'in yönettiği Seven Days to Noon (Öğleye Yedi Gün Kala, 1950) nükleer araştırmalara son verilmezse, Londra'ya atom bombası atacağını ileri süren, mesleğinden tiksinen bir bilim adamını konu edindi. Anthony Mann'in yönettiği Strategic Air Command (Vazife Başında, 1955) de aynı konuya değindi. Ama bu doğrultudaki en önemli film, Stanley Kubrick'in yönettiği Dr. Strangelove or How I Leamed to Stop Worrying and Love The Bomb (Dr. Strangelove ya da Kaygılanmaktan Nasıl Kurtulup Bombayı Sevdim,1964) adlı ve Peter Sellers'ın üç ayrı rol üstlendiği kara güldürü oldu. Atom bombası tehlikesine dolaylı bir biçimde de yaklaşsa, karikatürlerdeki gibi davranan kişileriyle bu film aynı konuyu korku ve endişe havası içinde veren örneklerden çok daha etkili oldu.
Reklam
Sinema gösterileri tıklım tıklımdır artık. Öğrenciler, yazarlar, askerler, sokak kadınları, işçiler, sakallı ve gözlüklü aydınlar hep birlikte film izlerler. Şair Aleksander Blok bile şu dizeleri yazar: "Gece sinemada / Olanlar oldu / Palmiyenin altında / Soylunun biri / Yoksul bir kızı öptü / Kendi düzeyine yükseltti onu".
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.