Hadi dök masaya cebinde ne varsa ölüm kalım meselesi bu hayat oyunu cesaretle ceset arasındaki esrarengiz bağıntıyı bulma durumu
biraz telaşlı, biraz kuşkulu ,dök masaya bakalım kaç yürek burktun kaç bilek doğrulttun kime, kaç kere doğruydun vicdanını dök, yerindeyse hala ve içinde varsa bir parça parçalamışlık birilerinin hayatlarını belki biraz pişmanlık geçmişi düşünmeye başladığında konforsuz koridorları oluyorsa soluk borunun bu uzun bir yolculuk otur, dinlen ve dinle: yanlışlarının bedelini ödüyorsun, vicdansız olmak mı yoksa vicdanı olup azabında alabora olmak mı diye soruyorsun. Sen otuz yaşında bir çocuksun ben yirmi birinde koca kadın. Bunu görmüyorsun. Yanlış ağlaşılmalara mahal veriyor duruşun. Eflatun bir kanepede uyuyorsun seni günün en çok bu zamanları savunmasız buluyorum teçhizatsız, temkinsiz ve yalansız. Cebindekileri masaya dök diye diz çöküyorum saçlarım dökülüyor, ceplerinden. En çok buna hayret ediyorum bir evin evsizliği kadar paradoksal yaklaşıyorsun yalnızlığına. Yalnız bana iyi bak ceplerimi dökmedim daha, sağ cebimde bi musalla taşı taşıyorum muştanın hemen yanında babamın öldüğü hazirandan kalma bunlar, musalla taşı çıplak elle yumruklanmaz öğren, bak eğriliğine elimin bir cevşen var ananemden kalma, bir ısırılmış ayva ve bir kaktüs ne zaman elimi cebime soksam bu yüzden buruşuyor yüzüm, yoksa devlet fevkalade cömert hepsinin ayakkabı kutusu sefalet, bak burada iç cebimde az biraz cehalet öğrenme merakı; babamın mirası kırmızı kuşağım. Sol cebimi dökemiyorum, o sökük çünkü. Çünkü dikiş tutmayan bir yara misali ora. Ne koyduysam kayıp, ne koyduysam ziyan ölüm orucu bana çok sıradan, ömür orucu tutuyorum dur, ağlama istanbul için kıyamet vaktine henüz var. Yüzün berhudar yüzün namüsait ağlamaya, ceplerini de dökmedin zaten varlıklısın besbelli kaybedeceklerin var. Ağlama istanbulun son soluğuna henüz üç asır var...