Annem evin erkeği, eğitim bakanı, aile reisi, klan başkanı görevlerini üstlenmişti. Kararları o alır, cezaları o verir, suç işleyenleri hizaya getirir, karşı çıkanları sustururdu.
" Anne ve babam bize, erkek kardeşlerim ve bana sık sık miras bırakacakları paraları olmadığını söylerlerdi. Oysa bize çoktan mor bir salkımın güzelliğini, bir kelimenin kırılganlığını, hayran kalmanın gücünü kavramaya yetecek hafızalarının zenginliğini miras bıraktıklarına inanıyorum. "
" Amerikalı köleler pamuk tarlalarında acılarını şarkılara dökmeyi biliyorlardı. Bu kadınlar ise kederlerinin kalplerinin odacıklarında büyümesine izin veriyorlardı. Duydukları acılarla o kadar ağırlaşıyorlardı ki ayakta duramıyor, kavisli belkemiklerini doğrultamıyor, kederlerinin yükü altında iki büklüm oluyorlardı. Erkekler ormandan çıkıp pirinç tarlalarının etrafını saran toprak bentlerin üzerinde yeniden yürümeye başladıklarında, kadınlar Vietnam'ın işitilmeyen hikayesinin ağırlığını sırtlarında taşımaya devam ettiler. Ve bu ağırlığın altında sessizce ölüp gittiler... "
Bir keresinde beni ilk oturduğumuz apartmanın hemen altındaki bakkaldan şeker almaya gönderdi. Gittim ama şeker bulamadan döndüm. Annem beni yeniden bakkala gönderdi. Hatta kapıyı arkamdan kilitledi: 'Şekersiz döneyim deme!' Sağır ve dilsiz olduğumu unutmuştu.
Dükkan kapanana, bakkal elimden tutup beni şeker kutusuna götürene dek merdivende oturup bekledim. Şeker kelimesi bana acı gelse de adam derdimi anlamıştı.
Uzunca bir süre annemin beni mütemadiyen uçurumun kenarına itmekten delicesine zevk aldığına inandım. Kendi çocuklarım olduğundaysa sonunda kilitli bir kapının ardını, kapı deliğine yapışmış gözleri görmem gerektiğini anladım. Ben merdivene oturmuş ağlarken annemin bakkalla telefonda konuştuğunu duymam gerektiğini ... Daha sonrasında ise annemin kesinlikle benim için hayalleri olduğunu ama en önemlisi bana
kök salmamı ve hayal kurmaya yenidenbaşlayabilmemi sağlayacak araç gereci verdiğini anladım.