Arkeoloji, Mısır tarihi, müzeler, mumyalar, kemikler, ritüeller, cinayet, ceset, polisiye...
Bir kitapta arayacağım her şey bu kitaptaydı işte.
Rizzoli ve Isles’in tükenmek bilmeyen o dehşet maceralarından biri daha. Bu seri gün geçtikçe daha da güzel bir hal almaya devam ediyor. Baktıkları her olay bir diğerinden dana dehşet, daha güzel ve fazlasıyla geniş bir açıdan yepyeni şeyler öğretiyor insana.
Ruh koleksiyonu yapan bir arkeoloji katili.
Kadınları önce bacaklarından vuruyor, bir süre yasamasına izin veriyor daha sonra onları tıpkı Mısır döneminde yapıldığı gibi mumyalıyor ve saklıyor. Bir müzenin bodrumunda bulunan mumya ise tüm bu seri cinayetleri ve tabiri caizse psikopatlığı sadece bir BT taramasıyla orataya çıkarıyor. Mumya sandıkları kadın aslında cinayete kurban edilmiş bir kadın ve tüm bunlar ışığında sürekli olarak kaçan, kimlik değiştiren arkeolog anne ve kız var. Tüm bu olayların birbirine bağlanması ve sonunda öğrendiğiniz gerçekler sizi hem şaşırtıyor hem de tatmin ediyor. Kitapta beni üzen tek şeyde Jane ve Maura’nın hayatlarına çok az değinmesiydi. Şu an özellikle Maura’nın başına neler geleceğini çok merak ediyorum. Daniel ve Gabriel benim gizemli keklerim olacak kalacaklar her daim. Dilerim diğer kitaplarda onları daha çok okuruz. Ve eminim bundan sonraki tüm kitaplar bu kitap ve önceki kitap gibi esrarengiz olacak. Çok severek okudum. Bu seriye de Tess Gerritsen’a da bayılıyorum.