Sevilen birini kaybetmek ve bu kaybı yaşamak hayatın en zor durumlarından biridir. Hayatta kalanın keder sürecinin başlangıçtaki şokunu yaşamayı, sonra inkar, öfke ve depresyonun üstesinden gelmeyi, sonunda da bir tür kabul etmeye ulaşmayı içerdiği bilinen bir şeydir. Bu duygusal kargaşa evrelerinin her birinin süresi ve şiddeti değişiklik gösterir; bazı durumlarda aylar, bazı durumlarda ise yıllar alabilir. Derin bir bağımızın olduğu birini kaybetmek öylesine bir umutsuzluğa yol açabilir ki sanki ölüm nihai olduğu için kaçmanın imkansız olduğu dipsiz bir çukurdaymışız gibi gelir.
Yeryüzüne gelmek kendi yurdumuzdan uzakta yabancı bir ülkeye yolculuk yapmaya benzer. Bazı şeyler size tanıdık görünür, ama çoğu şeye, özellikle de bağışlayıcı olan koşullara alışana kadar tuhaf gelecektir. Asıl yurdumuz mutlak huzur, tam kabul ve eksiksiz sevginin olduğu bir yerdir. Ruhlar evimizden ayrıldığında, artık bu güzel özelliklerin çevremizde olacağını varsayamayız. Yeryüzünde, bir taraftan sevinç ve sevgiyi ararken, bir taraftan da hoşgörüsüzlük, öfke ve üzüntüyle baş etmeyi öğrenmek zorundayız. Bu yolda, hayatta kalmak için içimizdeki iyiliği feda ederek ve çevremizdeki kişilere yönelik üstünlük ya da değersizlik tutumları edinerek bütünlüğümüzü kaybetmemeliyiz. Kusurlu bir dünyada yaşamanın, kusursuzluğun gerçek anlamını takdir etmemize yardımcı olacağını biliriz. Bir başka yaşama yolculuğumuzdan önce cesaret ve alçakgönüllülük isteriz. Farkındalığımız arttıkça varoluşumuzun kalitesi de artacaktır. Sınanma biçimimiz de budur. Bu sınavı geçmek kaderimizdir.
Ruh eşleri her defasında ruh dünyasından ayrılmadan hemen önce biraraya gelmezler. Bu durumda, ilgili karmaya da bağlı olarak, kimi zaman
ruhlardan biri gelecekteki karşılaşmaları ve o kişinin nasıl görüne
ceği konusunda diğerinden daha fazla şey de bilebilir. İşte, gelecekteki eşiyle tanışmasını anlatan bir ruh eşinden kısa bir örnek:
Sıradaki yaşam için izleme odasında eşimi görmeme izin verildi. O çekici bir aerobik eğitmeniydi ve onunla bir jimnastik salonunda karşılaşacaktım. Onun bedenini ve yüz hatlarını dikkatlice inceledim, çünkü önceki hayatımda
yaptığım gibi karşılaşmamızı yüzüme gözüme bulaştırmak istemiyordum. Tere bulanmış bedeninin kokusu zihnime iyice yerleşti . . . mimikleri . . . gülüşü . . . en çok da gözleri. Bu yaşamda onu gördüğüm an iki mıknatısın birbirini çekmesi gibiydi
Ölümün hemen sonrasında sizi seven insanlar ya çok üzülüp ağlıyor ya da tamamen hissizleşiyorlar. Her iki durumda da zihinleri başka şeylere kapanabiliyor.