Bunaltıcı rüyalar birer "ceza rüyası" da olabilir. Bunun anlaşılmasının rüyalar teorisine yeni bir ilave anlamına geldiğini kabullenmek gerek. Bunlarda gerçekleşen şey de aynı ölçüde bilinçsiz bir arzudur, yani rüya sahibinin bastırılan yasak bir arzu giderici dürtüden ötürü cezalandırılabildiği bir arzudur.
Rüya görme, bilinçdışındaki serbest kalan uyarımı tekrar önbilincin kontrolü altına alma görevini üstlenmiştir; bunu yaparken bilinçsiz uyarımı boşaltır, bir emniyet valfı olarak hareket eder ve aynı zamanda az bir miktar uyanık etkinlik harcaması karşılığında önbilincin uykusunu korur. Dolayısıyla üyesi olduğu dizideki diğer bütün ruhsal yapılar gibi bu da bir uzlaşma içerir; her iki sistemin de hizmetindedir, çünkü birbiriyle uyumlu oldukları ölçüde iki arzuyu yerine getirir.
Bir semptom, sadece gerçekleştirilen bilinçsiz bir arzunun dışavurumu değildir; aynı semptom tarafından gerçekleştiren bir önbilinç arzusunun da bulunması gerekir. Dolayısıyla semptom, her birisi çatışmaya giren sistemlerden birisinden kaynaklanan en az iki bileşenden oluşacaktır. Rüyalarda olduğu gibi, bulunabilecek diğer bileşenlerin -semptomların "çoklu belirlenişinin"- hiçbir sınırı yoktur. Bilinçdışından gelmeyen bileşen bildiğim kadarıyla değişmez bir biçimde, bilinçsiz arzuya karşı tepki gösteren bir düşünce zinciridir, örneğin bir kendini cezalandırmadır. Dolayısıyla histerik bir semptomun, sadece her biri farklı bir ruhsal sistemden kaynaklanan iki karşıt arzunun gerçekleşmesinin, tek bir dışavurumda yakınsayabildiği [birleşebildiği] durumlarda geliştiği gibi oldukça genel bir iddiada bulunabiliyorum.
[1914 tarihli dipnot:]... semptomun bir kısmı bilinçsiz arzu gidermeye karşılık gelirken, diğer kısmı bu arzuya karşı tepki gösteren ruhsal yapıya karşılık gelir.
Bilinçsiz arzu giderici dürtülerin gündüzleri de kendilerini hissettirmeye çalıştıkları açıktır; ve aktarım olgusu kadar psikozlarda da bu dürtülerin önbilinç sistemi vasıtasıyla bilince girmeye ve hareket gücünü kontrol etmeye çalıştıklarını gösterir. Dolayısıyla rüyaların bizi bilinçdışı ile önbilinç arasında var olduğunu düşünmeye ittiği sansür, ruh sağlığımızın bekçisi olarak kabul edilmeyi ve saygı görmeyi hakeder.
En eksiksiz yorumlanan rüyada bile sık sık sisli bırakmak zorunda olduğumuz bir nokta vardır; bunun nedeni, yorum çalışması sırasında o noktada su yüzüne çıkarılamayan, ayrıca rüya içeriğine ilişkin bilgimize hiçbir şey katmayan bir rüya düşünceleri girdabı bulunduğunun farkına varmamızdır. Bu rüyanın göbeğidir, bilinmeze ulaştığı noktadır. Yorumla ulaştığımız rüya düşüncelerinin, doğaları gereği kesin bitiş noktaları olamaz; bunlar, düşünce dünyamızın karmaşık ağı içinde mutlaka her yöne dağılacaktır. Tıpkı miselyumdan çıkan bir mantar gibi, bu ağ bir yerde rüya arzusunu geliştirme noktasına yaklaşır.
Rüya çalışmasının, rüya düşüncelerine görsel bir temsil kazandırma amacıyla ulaşabildiği her yöntemden yararlandığını söyleyebiliriz; uyanık eleştirinin bunların makul veya yanlış değerlendirmesi de fark etmez.