yan yana yattık; başını koluma dayadı. hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlayamıyordum. hayır, mutluluk değil miydi yoksa bu? daha büyük, daha karanlık bir şeydi...
Öldürmek, genelde meşelerden beklenen bir görev olmasa da, Nesnelerin Düzeni için gerekliyse araba sürücülerini öldürebilirim.
Ama sadece katil değil, ölüm rolünün de bana verilmesi haksızlık. Zira ben ölüm değilim. Ben yaşamım: Ben ölümlüyüm. Dünyada ölümü gözleriyle görmek isteyen varsa bu onların sorunu, benim değil. Onlar için Ebediyet'i oynayamam. Ölüm isteyen, ağaçlara başvurmasın. Görmek istedikleri o ise, birbirlerinin gözlerine baksınlar, ölümü orada görsünler.
Bu öyküyü yazdıktan uzunca bir süre sonra Jung'un Tınin Doğası Üzerine adlı eserinde şu pasaja rast geldim: "Ego-bilincini, bir dolu küçük parıltı ile çevrelenmiş bir şey gibi düşünebiliriz ... İçe dönük sezgiler. .. bilinçaltının durumunu yakalar: yıldız dolu göklerin karanlık sular üzerindeki yansıması, kara toprağa saçılmış altın ya da altın yaldızlı kumlar." Ardından Jung bir simyacının sözlerini aktarır: "Seminate aurum in terram ablam foliatam" . . . Beyaz kil katmanları arasına saçılmış değerli metal.