Rüzgarın Yüzyılı - Ateş Anıları 3

Eduardo Galeano

Rüzgarın Yüzyılı - Ateş Anıları 3 Gönderileri

Rüzgarın Yüzyılı - Ateş Anıları 3 kitaplarını, Rüzgarın Yüzyılı - Ateş Anıları 3 sözleri ve alıntılarını, Rüzgarın Yüzyılı - Ateş Anıları 3 yazarlarını, Rüzgarın Yüzyılı - Ateş Anıları 3 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kışlanın komutanı olan albay, Somoza'nın kaçtığını duyunca makinelilerin susturulmasını buyuruyor. Sandinista’lar da ateşi ke­siyorlar. Az sonra kışlanın demir kapısı açılıyor, elinde beyaz bir bay­rak sallayarak albay görünüyor. 'Ateş etmeyin,"Albay karşı kaldırıma geçiyor. “Komutanınızla görüşmek isti­yorum.* Yüzlerden birini örten mendil düşüyor. 'Komutan benim,* di­yor Mönica Baldonato, askerlerin lideri olan Sandinista kadınla­rından biri. 'Nee Albayın, bu kibirli maçonun ağzından, ordu kurumu ses ver­miştir, yenilmiş gene de başı dik. Pantolonun erkekliği, üniforma­nın onuru. • *Ben kadın kısmına teslim olmam,* diye gürlüyor albay. Sonra teslim oluyor.
"Esas düşman nedir? Askeri dikta rejimi mi? Bolivya burjuvazi­si m i? Emperyalizm mi? Hayır, compaftero'lar. Size yalnızca şu ka­darını söyleyim. Bizim esas düşmanımız korkudur. Onu içimizde ta­şıyoruz."
Reklam
Bir pazar günü *ideolojik fikirler beslediği için* işkenceden ge­çip hapse atılmış olan öğretmen Didaskö P6rez*i görmeye, beş ya­şındaki kızı Milay geliyor. Milay babasına bir kuş resmi getiriyor. Muhafızlar resmi, cezaevinin kapısında yırtıyorlar. Ertesi pazar, Milay babasına bir ağaç resmi getiriyor. Ağaçlar yasaklı olmadığından resim içeri almıyor. Didaskö resmi Övüyor, sonra ağaç dallarının arasına serpiştirilmiş, yani gizlenmiş du­ran, renkli, küçük beneklerin ne olduğunu soruyor: *Portakal mı bunlar? Yoksa başka meyve mi? Çocuk, parmağını babasının dudaklarına bastırıyor: "Şşşş* Sonra eğilip babasının kulağına fısıldıyor: *Saçma konuşmasana. Görmüyor musun, göz bunlar. Senin için gizlice içeri soktuğum kuşların gözleri
Guatemala’da her zaman havaların neşesi olmuştur. Kuşların bu en şaşaalısı, ülkenin simgesi olmayı sürdürüyor, bir zamanlar ürediği yüksek ormanlıklarda artık çok seyrek görülse bile. Akba­balar çoğalırken quetzalın soyu tükenmekte. Burnu ölümün koku­sunu ta uzaklardan alabilen akbaba, cellatları köyden köye izleyip havada sabırsızlıkla halkalanarak ordunun yaptığı işi tamamlıyor.
Yakın dostlarından oluşan bir kortej onu uğurluyor, başlarında da Matilde Urrutia var. (Neruda bir gün Matilde*ye, "Senin yaşadığın zamanda yaşamak öyle güzel­di ki demişti.)
İyi bir boksörün, dövüşmesini ringle sınırladığım söylediler ona. O da gerçek dövüşün başka bir şey olduğunu; zafer kazanmış bir siyahın, yenik düşmüş siyahlar adına, mutfaklarda sofra artıkla­rım yiyenler adına dövüşmesi demek olduğunu söyledi. Dilini tutmasını söylediler. O zaman Ali haykırmaya başladı. Telefonunu dinlemeye başladılar. O zaman Ali telefonda hay­kırmaya başladı. Vietnam’a yollamak için sırtına üniforma geçiriyorlar. Ali üni­formayı çıkartıp atarak, gitmiyorum dîye haykırıyor, çünkü kendi­sine ve öteki siyah derili Amerikalılara hiçbir kötülük yapmamış olan Vietnamlılara karşı hiçbir düşmanlığı yoktur
Reklam
90 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.