2012 Mayıs

SabitFikir - Sayı 15

SabitFikir Dergisi
7/10
1 Kişi
Okunma
Beğeni
372
Görüntülenme
Kalem, metaforik bir penis midir? İnternetin en çok okunan Türkçe edebiyat ve eleştiri sitesi Sabit Fikir, matbu dergisinin mayıs sayısında kadın yazarların edebiyat yolculuğunda karşılaştıkları sıkıntıları konu alıyor. Akademisyen Nihan Kaya'nın hazırladığı dosya, kadın olmak ile yazar olmak kavramlarının bir araya gelmediği dönemlerde yaşanan olayları, pek çok ilgi çekici örnek ile birlikte ele alıyor. "Sandra Gilbert ve Susan Gubar'ın "Tavanarasındaki Deli Kadın" isimli çalışması şu meşhur cümleyle başlar: Kalem, metaforik bir penis midir?" Bu sözlerle başlayan "Kadının Kalemle İmtihanı" başlıklı dosyada "kadın yazar olmak" kavramı, hem Batı hem de Doğu toplumlarındaki önyargılarından, işin ülkemizdeki tarihsel sürecine kadar geniş bir perspektifte ele alınıyor. Kadının sadece yazdıklarının değil, okuduklarının da niteliksiz ve basit olabileceğine dair inanışın yaygın olduğu bu yüzyıllarda, hayatını yazarak kazanmak zorunda olan kadınların uğradığı eleştiriler, Türk edebiyatının ve İslam coğrafyasının ilk kadın yazarı olarak bilinen Fatma Aliye Hanım ve daha birçok ilginç ayrıntı bu dosyada okurlara aktarılıyor. Ceren Çıplak ise bu ay da dosya konusunun farklı bir yönünü ele alarak "Sokaktan" adlı köşesinde halka "Edebiyat hala 'erkek egemen'mi?" sorusunu yöneltiyor. Her ay olduğu gibi 30.000 adet basılan Sabit Fikir'de bu ay Nihan Bora, 10 Mayıs'ta başlayacak olan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ni; Elif Bereketli ise Salt Galata'da açılan "Tercüme Eden" başlıklı sergiyi kaleme aldı. "Gölgede Kalanlar" adlı köşesinde Ceyhan Usanmaz, "ıssız bir adaya düşmeden önce okumanız gereken üç Robinson Crusoe kitabı"nı anlatırken, dergide, A. Ömer Türkeş, Selçuk Uygur, Kaya Genç,Duygu Kocaağaoğlu, Ayşe Düzkan, Mehmet İnhan, Nazan Maksudyan, Hayati Roman, küçük İskender ve Aysu Önen gibi pek çok ismin eleştiri yazıları da okunabiliyor. Sabit Fikir'de bu ay Mert Tanaydın "Dünyadan" adlı köşesinde Osmanlı'nın bir dönemine dair önemli notlar sunarken, Hasan Cömert'in "Edebiyatdışı"nda Ahmet Tulgar ile yaptığı bir röportaj bulunuyor. Sibel Oral'ın "Hepsi Sizin Eseriniz!", Oylum Yılmaz'ın "Düzülkenin Efendisi" ve Elif Tanrıyar'ın "Edebiyat Büyüsünün Altında" başlıklı yazılarını da Sabit Fikir'in mayıs sayısında okumak mümkün. Idefix ve Prefix'le ücretsiz Kapak illüstrasyonunu HİNK'in yaptığı dergide, edebiyat ve yayıncılık dünyasından haberler ile düşünce özgürlüğü ihlâlleri de yer alıyor. Yayın yönetmenliğini Elif Bereketli'nin yaptığı Sabit Fikir'in matbu haline Idefix ve Prefix siparişleriyle; dijital versiyonlarına ise Turkcell Dergilik'ten, Idefix Kitaplık uygulamasından ve www.sabitfikir.comadresinden ulaşmak mümkün. Nihan Kaya'nın hazırladığı "Kadının Kalemle İmtihanı" dosyasından bir bölüm: Kadının kalemle imtihanı Sandra Gilbert ve Susan Gubar'ın The Madwoman in the Attic (Tavanarasındaki Deli Kadın, 1979) isimli önemli çalışması şu meşhur cümleyle başlar: "Kalem, metaforik bir penis midir?" Tarihten bir anekdot, bu soruya en güzel cevabı veriyor: Papa VI. Alexander Vatikan Savaşı'na giderken, kilise işlerinin resmi idaresini kızı Lucrezia'ya teslim eder. Lucrezia iyi eğitim görmüş, akıllı, yetenekli bir kızdır. Kilisenin idaresini devraldığı dönemde Lucrezia bir mesele için Lizbon kardinaline danışır. Lizbon kardinali Lucrezia'yı sessizce dinler ve "Papa bir konuyu kardinaller kuruluna getirdiğinde, hakim yardımcısı ile başka bir kardinal önerilen çözümleri yazarlar. Bu da, şimdi şu konuşmamızı kayda alacak birinin burada olması gerekiyor demek" der. Lucrezia kardinale cevap olarak gayet güzel yazabildiğini söyler. Bunun üzerine kardinal Lucrezia'ya Latince "Ubi est penna vostra?" diye sorar. Lucrezia, kardinalin sorusundaki kelime oyununu hemen kavrar. Asıl anlamı 'kanat, tüy' olan 'penna' o sıralar yazı aracı kuş tüyü olduğundan, 'kalem' anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, kelimenin ikinci anlamı da 'penis'tir. Kardinal, Lucrezia'ya "Hani, nerede kalemin?" diye sorarken aslında penisi olmadığını ima etmektedir. 15 ve 16. yüzyıllarda yaşayan ve o gün kardinal tarafından nazikçe (!) reddedilen Lucrezia Borgia birkaç cümleyle koskoca savaşı önlemiş, her ne kadar kardinallerce 'testisleri olmadığı' gerekçesiyle önü kesilse de Papa olmak üzere test edilmeye kadar yükselmiş, kısacası yaşadığı dönemin kaderini tayin eden güçlü figürlerden biri olmuştur. Ancak, Lucrezia'dan çok sonra dahi kadınların yazın ve edebiyat dünyasına bir türlü etkili şekilde giremediğine şahit oluruz. Kadınların, hepsi erkek olan edebiyat otoritelerince dışlandığının en büyük kanıtı antolojilerdir. 17. yüzyıl itibariyle kadınlar bütün aşağılanmalara rağmen eserleriyle görünür olmaya başlamışlardır. Buna rağmen, Joanne Balletti-Thomas 19. yüzyıl İtalya'sında o dönemdeki antolojilerin neredeyse hiçbirinin bu kadın yazarlara yer vermemiş olduğuna dikkat çeker. Evle sınırlı yaşam Kadınların yazmasını güçleştiren önemli etkenlerden biri de, geçmişte iş ve seyahat imkanlarının hemen hemen sadece erkeklere tanınmasıydı. Kadınlar çoğunlukla evle sınırlı bir yaşam sürüyor, evden ötesini pek bilmiyorlardı. Yazan kadınlarda evin içine dair temalar bu yüzden uzun zaman ortak bir unsur olarak kaldı. Virginia Woolf Professions for Women (Kadınlara Uygun Meslekler) isimli makalesinde, 'The Angel in the House (Evdeki Melek) tabiriyle idealize edilen kadını, yazabilmek için öldürmek zorunda kaldığını söyler. İsmini Coventry Patmore'un şiirinden alan 'The Angel in the House'; uysal, sevecen, hayatını çocuklarına, kocasına ve ev işlerine adayan kadını özetleyen bir ifadedir. Virginia Woolf, Viktoryen dönemde örnek olarak kabul edilen bu kadın tiplemesini içinde öldürmeseydi, onun kendisini öldüreceğini iddia eder. Woolf'un iddiasına göre, Evdeki Melek'i yazabilmesi mümkün değildir; zira kendinize ait bir düşünce biçiminiz olmadan, ilişkiler, ahlak ve cinsellik konularında fikirlerinizi açıkça ifade etmeden bir romanı dahi gözden geçirebilmeniz söz konusu olamaz. Bu yüzden, bu konuları özgür bir zihinle ele alamayan Evdeki Melek'i öldürmenin, kadın yazarın görevlerinden biri olduğunu savunur Woolf. Tebrik ederiz, "bir erkek gibi" yazıyorsun! Kadınların sadece yazdıkları değil, okudukları metinlere de yukarıdan bakılıyordu. Kadının okuduğu metnin ancak ciddiyetsiz, niteliksiz, boş, havai, basit olabileceğine dair bir inanç vardı. 'Kadın kitapları' sadece kadınlar tarafından okunan, başlı başına ayrı bir kategoriydi toplumun gözünde. Bu önyargılarla örselenmek istenmeyen çok sayıda kadın, eserlerini erkek imzasıyla yayınladılar. Muhtemelen bu kadınlardan en ünlüsü, George Sand imzasıyla tanınan Fransız yazar Amantine Lucile Dupin'dir. Hayatını yazıyla kazanan ilk kadınlardan olan İngiliz yazar Aphra Behn ise, kadın olmasını vurgulayan çok sayıda ağır eleştiriye maruz kalmıştır. Aphra Behn yaşadığı dönemde (1640-1689) oyunlarını cinsel içeriklerinden dolayı 'skandal' olarak tanımlayan halkın ve yazın dünyasının tepkisini çekmiştir. Dönemin en önemli otoritelerinden Alexander Pope da, Behn'e cephe almıştı. Aphra Behn'in yazdıkları, kadın cinselliğini analiz eden, kadının cinsel istekleri olduğunu belli eden metinlerdir ki bu o dönem için sıra dışı, çığır açıcı bir şeydir. Eleştirmenler, Aphra Behn'in kadın ile cinsel tutkuyu buluşturan cesaretinin 'devrim' niteliğinde olduğunda birleşirler. Aphra Behn, aynı oyunların bir erkek tarafından yazıldıkları takdirde böyle 'uygunsuz' bulunmayacağını iddia eder. İşin ilginç yanı, yaşadığı dönemde ve sonrasında Aphra Behn'i öven eleştirmenler de onu 'bir erkek gibi' yazdığı gerekçesiyle övmüşlerdir. Angeline Goreau diğer yazarların Behn'e gösterdiği saldırganlığın ve düşmanlığın 'kendilerinin başaramadığı şeyi bir kadının başarmış olmasından gelen kızgınlık'tan (1980, s. 231) kaynaklandığını söyler.
Dergi:
SabitFikir Dergisi
SabitFikir Dergisi
Tahmini Okuma Süresi: 1 sa. 42 dk.Sayfa Sayısı: 60Basım Tarihi: Mayıs 2012Yayınevi: Sabit Fikir Dergisi
ISBN: 2880000044390Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok
Reklam
Resim