İyi niyetin bir işe yaramadığını anladığımda yaşlandım... Sorulması gereken asıl sorunun " Hangisi doğru?" değil, " Kim daha güçlü?" olduğunu anladığımda...
Bütün gözler, purosunun tadını çıkaran Şehzade Fuad'a döndü.
"İçinizden en genciniz olarak, nasihat verir gibi görünüyorsam beni affetmenizi rica ediyorum. Ama cephede, askerlerimle, Anadolu'nun, İzmir'in, Karadeniz'in sıradan insanlarıyla geçirdiğim yılların sonucunda bir şey öğrendim; kusurlarımıza rağmen halkın bize saygısı sonsuz. Bu şekilde bölünmemizi anlamayacaklardır. Abdülhamid'in Murad'ın yerine geçmesi, onun yerine de kardeşi Reşad'ın geçmesi, onların gözünde yol kazasından başka bir şey değil. Esas olan, ailemizin her zaman hünkârın etrafında tek vücut olması. Bilhassa, savaşın yarattığı bu karışıklık ortamında halkın sağlam bir dayanak noktasına ihtiyacı var. On asırdır bu dayanak noktası Osmanlı hanedanı olmuştur. Öyle olmaya da devam etmelidir, aksi takdirde çok pişman olacağız...”
Tam bu esnada, içeri giren bir haremağası, hünkârın bir habercisinin geldiğini bildirdi.
“Onlardan nefret ediyorum ama aynı zamanda haklı olduklarını düşünüyorum. Bu yüzden zafer kazanıyorlar! Hiç kuşkusuz yakında gidecekler ama yine de kalacaklar.” Alnına vurarak devam etti: “Burada, beyinlerimizde, beyazlar gibi düşünen beyinlerimizde. Çağdaş bir eğitim aldığımız için bu ülkeyi yönetecek olan bizler neyiz ki! Halkımızın özlemlerini anlayıp gerçekleştirecek Hintliler mi? Yoksa bağımsızlığı elde etme zaferini kutlarken kölelik etmeyi sürdürdüğümüz İngilizlerin kötü kopyaları mı?”
Sonunda Şeyhülislam’ın korkaklığından öfkelenen genç subay, cesaretini toplayarak sordu:
“Efendim rüyalarınızda ne görüyorsunuz? Savaşı kazanacak mıyız?”
Şeyh düşünceye dalmış gibiydi. Selma soruyu işitip işitmediğini merak etti. Bir süre sonra, uykudaymış gibi boğuk bir sesle karşılık verdi:
“Savaş uzun sürecek. Türkler, kafirleri kovacak, ama sonradan onlar tarafından yenilecek.”
Toplulukta mırıltılar yükseldi.
“Nasıl olur? Bunun ne anlama geldiğini bize açıklar mısınız?”
“Daha fazlasını bilemem. Türkiye askeri açıdan galip gelecek ama o andan sonra Avrupa buranın gerçek sahibi, ruhların sahibi olacak…”
Sustu, çok yorulmuştu. Subaylardan biri sabırsızlanarak sordu:
“Öyleyse, savaşa gitmemiz gerekir mi?“
Şeyh doğruldu , başınız sabırsızca salladı.
“Neden bu kadar soru soruyorsunuz? Bugün için göreviniz, topraklarımızı kurtarmak için elinizden geleni yapmanızdır. Ama yarın, on yıl kadar sonra, çocuklarımız ve torunlarımız, kuşkusuz yabancılara karşı başka bir savaş yapmak zorunda kalacaklar; çok daha önemli, temel bir savaş olacak bu…”