Her şey karşıtı olan şeyle anlam buluyor. Siyah beyazla, savaş barış'la, güzel çirkinle, iyilik kötülükle, gece gündüzle anlamlı. Gündüz bitince gece, iyilik bitince kötülük, hayat bitince ölüm, akıl yitince delilik başlıyor.
Entelektüel bireyler daha çok parlıyordu. Okuyan, sanatla ilgilenen, bilime ilgi duyan üreten bireyler korkunç bir şekilde parlıyordu. Artık insanların bilgi birikiminin ışıltısı insanların yüzüne yansiyordu. Yüze mi? Pardon. Birikimler şakaklara vuruyordu ve bu bir devrimdi! İnsanlar ateşböceği gibi olmuştu. Fakat ateş böcekleri ışığı götlerinden yayarken biz ışığı beynimizden yayar olmuştuk. Cahilliğin para ettiği bir zamanda yaşıyorduk. Her cahil kendini en çok bilen sanıyordu. Parıltılar akı, karayı ortaya çıkardı. Çok okuyan entel dantelin kafası daha çok parlıyordu. Cahil kafaların sönük parıltılari artık ayırt edilebiliyordu. Kimin veli, kimin deli olduğu belli olmayan bir dünyada aydınlanma kelimesi ilk defa mecaz anlamda kullanilmayacakti. Fena mı oldu? Artik kim veli, kim deli tüm aydınlığıyla ortadaydı.
"Ah seslenmedir, bazen de bir feryattır. Ah kelimesi insanın içinden çıkan bir ateştir. Arapçada Ah, bir yuvarlak ve Elif'in uzun çizgisiyle yazılır. Elif harfinin uzun çizgisinin üstüne de eğik bir çizgi çizilir. Elif "T" harfi gibi görünür. Ve derler ki h harfini temsil eden yuvarlak, yanan kömürdür. Elif'in uzun çizgisi de alevi temsil eder. Elif'in üstündeki çizgi ise dumanı temsil eder. Ah yanan bir ateştir. İnsan ah ettikçe içinden bir ateş yanar. Ateşin dumanı göğe yükselir, yani Allah'a yükselir. Bu ateş öyle güçlüdür ki dumanı Allah'a ulaşırken yıldızları ve güneşi yakar. Yıldızların ve güneşin yanması insanların ah etmelerindenmiş. Ahın yerde kalmaması tam da buymuş. Çünkü Allah'ın dumanı yükselir. Ahın dumanı yükselir ve Allah'a ulaşır. Ateş bir gün Allah'a sorar "seni dinlemezsem beni neyle yakarsın?" Allah ateşe: "seni ah ile yakarım" der. Ah işte böyle bir şeydir."