"Prens, Italyan birliğinin sağlanması için adam mı öldürmesi gerekli, öldürecektir; yalan mı söylemesi gerek, söyleyecektir; ahlâka aykırı davranması mı gerektir, davranacaktır," cümlelerinin içeriğinden dolayı akılları değil, parlaklıklarından dolayı gözleri alacağını biliyordun. Biliyordun bir gün itibarının yeniden iade edileceğini. Belki de bu yüzden yazdırdın mezar taşına yüzyıllarca sırıtacak o alaycı cümleyi: "Hiçbir övgü, bu adın büyüklüğüne erişemez."
"Mücadelenin iki yolu vardır: Biri kanun yolu, diğeri kuvvet yoludur. Birinci insanlara, ikinci hayvanlara özgüdür. Fakat çoğu zaman birinci yol kâfi gelmez, ikinci yola başvurmak gerekir,"
"Yapılacak bütün kötülüklerin bir anda yapılması gerekir. Böylece daha kısa zamanda duyulacağı için daha az acı verir. Buna karşılık iyilikler azar azar yapılmalıdır Böylece tadına daha iyi varılır,"
"Aşka dair her haberin kapısı hayrete açılmakta. Mademki hiçbir şeyden haberim olmayacak, bari sarhoşluğa vurayım da hiç haberim olmasın", "Bu başı dönmüş gemi nasıl yol alır, imkân mı var!", "Ateşler içinde yüzünün hayali gelecekse sun sâki kadehi, cehennemden bir şikâyetimiz yok!" Peki şimdi ne söylüyor divan divaneye? "Vay haline kaptan! Hem su alıyor gemin hem ateş" mi diyor? Yoksa "Hayret dalgalarına kendini teslim edersen kıyıya çıkarsın!" mı? Bir kere daha açsın mı divanı. Hayır. Şimdi biz Hâfız'ı açalım.