Dil bilmezliğimle hırsımın çevirmenle takıştığı bilmem kaçıncı eser.
Bir hadise ekseninde bir döneme bir kültüre girebilmek için onlara ait tüm nüansları okuyucuyla tanışık kılmak gerekliliğindeki başarı olağanüstü. Zaten bazı kalemleri farklı kılan o kalemlerin sesine kıtalar aştırtan nüansta bu. O yüzdeden uzun diye şikayet etmeyeceğiz :)
Savaşları komutanlar ve onların emirleri tümleminde değil savaş sujeleri tekelinde ancak bir edebiyat kalemi anlatabilir. Tarih bundan yoksundur. Zaten yazar kitabın girizgahında bu hususu vurgulayarak başlıyor. İyi ki tarihçi değilimde eseri okurken rahatsız olmadan edebi ve felsefi açıdan bakabildim dedirtti bana :)
Kader noktasında iradenin hürriyeti ve üst takdir veya özgürlük ve zorunluluk kavramlarıyla kafayı bozmuş Tolstoy'umuz. Kitabın sonundaki çıkarımları için bin küsür sayfa roman yazmış. Önce delil sonra teori sunulmuş. Bence çok iyi hareket.
Bir kişinin mutlak sorumlu olabileceği fikrine karşı olayların her zerresinin birleşip sonucu oluşturduğu ve bir zerrenin sonucu değiştirmekteki yetersizliğini öne süren, aynı şekilde bir kişinin kahraman olduğu fikrine karşıda aynı balans ayarını yapan felsefesini yani kısaca kaderi anlamlandırma çabasını oturup Tolstoy amcayla konuşmayı arzulamamak elde değil. Bir ara müslüman olsaydı kesin Cebriye ekolünü takip ederdi diyecek olurken sonlara doğru Kaderiyye kendini gösteriyor ki Savaş ve Barışta karmaşasına giriş yaptığı irade, özgürlük, mesuliyet, zorunluluk kavramları 30 yıl sonra yazdığı Diriliş'te kendi çemberinde daha oturaklı bir hal almış durumda.