Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi

Sinisa Malesevic

Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi Posts

You can find Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi books, Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi quotes and quotes, Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi authors, Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi reviews and reviews on 1000Kitap.
. Weber için şiddet genel olarak politik bir araçken Poggi için şiddet politikanın özüdür. Treitschke ve Ward'u anımsatan bir şekilde Poggi “ilkel politik deneyimin haşin maddi temeli”nden (2001: 31) bahsedip Sorel ve Schmitt'i tekrar ederek de politik gücün antropolojik olarak fiziksel acıyı, çileyi ve ölümü arttırma kapasitesine dayandığını ve bu yüzden son kertede politikanın şiddetsiz düşünülemeyeceğini söylüyor.22
Modern sosyobiyolojinin kurucusu E. O. Wilson insan imgesinin özellikle doğuştan saldırgan ve savaşa eğilimli bir yaratık olarak yaygınlaşmasında çok etkiliydi. Görüşüne göre insanlar, aynen hayvanlar gibi genetik olarak milyonlarca yıldır evrimleşen köklü saldırgan eğilimler taşımaktadır. Bunun sonucu olarak savaş kurumu özünde bu hırçın eğilimin bir uzantısından fazlası değildir: “Tarih boyunca en örgütlü saldırganlık tekniği olan savaş avcı-toplayıcı gruplardan endüstriyel devletlere kadar her tür topluma bulaşmıştır” (Wilson 1978: 101). Bu bakış açısına göre bireysel saldırganlık ve örgütlü şiddet arasında hiçbir fark yoktur: cinsel hâkimiyet, birinin kendi bölgesini savunması, avlanan bir yırtıcı saldırganlığı, toplumsal bir grup içindeki hiyerarşilerin yaptırımı ya da büyük ölçekli bir toplumda toplumsal düzeni korumak için uygulanan “cezalandırıcı saldırganlık”; hangisini içerirse içersin bütün şiddetler saldırganlık dürtülerine indirgenmiştir.
Reklam
Rustow'un da öngördüğü gibi eski kolonyal güçlerin (fetheden devletler) içten pasifize olup çok gelişmiş olanların (kültür devletleri) genelde savaşı dünyanın daha fakir yerlerine zararına ihraç ettiğini (süperkatmanlaşma) gösteriyor. Bu çalışmalar yeni şiddet çatışmalarını Güneydeki hâlihazırda zayıf devletlerin temellerini sarsan azgın ekonomik İiberalleştirmeden kaynaklanan talancı savaşlar olarak gördükleri için Rustow'un fikirlerini doğruladıkları söylenebilir. Bauman ve Kaldor gibi “yeni-savaşlar” paradigmasının önde gelen savunucuları dolaylı olarak Rustow'un fikirleri üzerinden ilerlemişlerdir çünkü küreselleşmeyi eninde sonunda, kimlik politikalarını kullanarak terörü yayan ve devlet yapılarından kalanları kontrol eden silahlanmış savaş lordlarının olduğu Machiavelci bir ortam yaratacak kırılma anına öncülük eden bir güç olarak algılıyorlar (Kaldor 2001; Bauman 2003),
Holsti (1991) ve Tilİy'nin (2003) ayrıntılı biçimde belgelediği gibi yirminci yüzyıl 250 yeni savaş ve 100 milyon can kaybıyla kayıtlı insanlık tarihinin en kanlısıydı. Örgütlü terör şiddetindeki çarpıcı artış ve Afrika, Irak, Afganistan ve diğer birçok yerde devam eden savaşlar hiç de umut verici görünmüyor. Başka bir diyişle savaş ve şiddet bir sapmadan daha çok insanın toplumsal deneyiminin dâhili bir parçası olarak kaldı ve bu yüzden ciddi sosyolojik uğraşı gerektirmektedir. Ancak çağdaş sosyoloji çoğunlukla savaş ve kolektif şiddeti görmezden gelmeye eğilimlidir. İki dünya savaşından miras kalan güçlü normatif önyargıyla süslenmiş birçok sosyolojik araştırma şiddetin yoğun bir şekilde reddini ve varlığının gürültülü bir şekilde ihmalini bir araya getiriyor (Joas 2003).
Savaş yanlısı düşüncenin çağımızla ilişkisi Yirminci yüzyılın dehşet saçan, yaklaşık 70 milyon insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan iki dünya savaşının yaşattığı deneyim sosyolojik teori üzerinde silinmez izler bıraktı. Savaş ve şiddeti analitik olarak tarafsız hatta dolaylı bir şekilde olumlu bir ışık altında yorumlayan kavram ve fikirlerle herhangi bir çağrışım akademik hayatta yer bulamadı. Bir yanda iki savaşın dehşetinden kısmen sorumlu fin de siecle entelektüel militarizm vardı, bir yanda da WWTİ sonrası endüstriyel toplumundaki toplumsal gerçekleri anlamada toplumsal yaşamın “savaş yanlısı” kavranışının konuyla ilgisiz sayılması vardı. Sonuç olarak ya içten gelen bir reddedişle ya da sosyal olarak bilinçdışı baskılama yoluyla klasik sosyal düşüncenin “savaş yanlısı” geleneği büyük oranda unutuldu. Bu eserleri ciddiyetle yeniden ele almakla ilgili herhangi bir girişim sosyal Darwinizme eski haklarını yeniden verme girişimi olarak etiketlenip ahlaken ayıplanması gerektiği için anında kınandı.
Franko-Alman şiddet metafiziği Klasik sosyal düşüncede belki de kavga etmeyi en çok seven yaklaşım Georges Sorel ve Georg Simmel'in eserlerinde temsil edilmiştir. Bu iki düşünür nadiren, vakiyse, aynı bilimsel geleneğe ait olarak düşünülse de savaş ve şiddeti yorumlamalarında büyük oranda birbirlerine benzerler. Farklı epistemolojik çerçevelerine rağmen şiddeti toplumsal ve ontolojik bir zorunluluk olarak tanımlarlar. Analitik ve normatifi karıştırarak savaşma ve kan dökme deneyimini bireysel ve kolektif anlamda güçlü dinamolar ve dramatik toplumsal dönüşüm başlatıcıları olarak görürler. Başlangıç noktaları birbirinden epeyce uzak olmasına rağmen şiddet ve toplumla ilgili metafiziksel teşhisleri büyük oranda örtüşür. Sorele (1950 (1908)) göre şiddet toplumsal değişmenin ayrılmaz bir mekanizmasıdır. Özellikle sömürgeci kapitalist bir devletin devrilmesi için esas olarak gördüğü proletaryan şiddetine odaklanmıştır. Yine de geleneksel Marksizmden ayrı olarak Sorel devrimci dönüşümün gönüllülüğe dayalı ve büyük oranda irrasyonel bir modelini önerir. Bakış açısına göre böylesi radikal bir değişme hem ideolojik hem de şiddetli aygıtlar gerektirir: genel grevle ilgili politik mit ve sınıf savaşmasının yoğunlaştırılması.
Reklam
46 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.