bilir misin, mutluluğumuz büyüdükçe köşeleri daha bir belirsizleşti, çerçevesi eridi sanki, derken bütün bütüne kaybolup gitti. seni sevmekten vazgeçmiş değilim; ama içimde bir şeyler öldü, sisin içinde seni göremiyorum artık.
Sana anlatılanın aslında üç aşamalı olduğunu unutma;
önce anlatan tarafından biçimlendiğini,
sonra dinleyen tarafından yeniden biçimlendiğini,
öyküdeki ölmüş adamın her ikisinden de sakladığı şeyler olduğunu
"Zaman zaman devrim denen bir olay olur, tutsaklar zorbaların yerini alırdı, sonra yine tersi, bu hep böyle giderdi. Karanlık bir ülke, cehennem gibi bir yer, beyler. Kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da yaşamım boyunca sürgünlüğümün özgürlüğünü anavatan denen o berbat soytarılığa değişmeyeceğimdir. "
(…) bir şeylerin yolunda gitmediğinin de farkındaydı… gitgide ‘yaşam’dan koptuğunu… içinde yaşadığı güneş odasının elektriklerinin gün gelip çalışmayacağını… biliyordu.
"Şu anda, artık her şey olup bitmiş, 'yaşam'ın dükkânları hepten kapanmışken hep isteyip durduğu bir kitabı almamış olduğuna pişmandı; hiçbir zaman deprem, yangın, kaza geçirmemiş olduğuna; Tibet'teki Tatsienlu'yu hiç görmemiş, Çin'in salkım söğütleri üzerinde gevezelik eden mavi renkli saksağanları duymamış olduğuna; günün birinde ıssız bir koruda karşılaştığı bakışları utanma nedir bilmeyen okul kaçağı küçük kızla konuşmamış olduğuna; ürkek, çirkin bir kadının zavallı, küçük şakasına odada kimse gülmediğinde kendisinin de gülmemiş olduğuna; trenleri, anıştırmaları, fırsatları kaçırdığına; çoktan unuttuğu kentin birinde, kasvetli bir günde titrek yayıyla kendi kendine keman çalan yaşlı sokak kemancısına cebindeki meteliği vermediğine..."