'Minhâc'ı 'yol' olarak aldığımızda, 'minhâcü's-sünne' salt 'sünnet yolu' olarak zihnimize tercüme olunuyor ve burada geçmişte düştüğümü gördüğüm bir hataya düşülebiliyor. Bu ifadeyi salt 'sünnet yolu' diye aldığımızda, sünneti bizim bildiğimiz ve anladığımız şeye hasredebiliyor, dolayısıyla 'azimet'i vurgulayayım derken ruhsatı görmezden gelen bir çizgiye düşebiliyoruz.
Oysa 'yol' anlamına gelen 'tarîk' gibi başka kelimelerin de farkında olduğu halde, 'sünnet yolu'nu ifade için 'minhâc' kelimesini tercüme ediyor bize Bediüzzaman. Ve lügate baktığımızda görüyoruz ki, 'minhâc' herhangi bir yol değil, 'geniş yol' demek. Minhâc, 'işlek, açık, geniş ve kalabalık yol' anlamına geliyor.
Yani, bir patika, bir dar geçit de 'yol' olarak tanımlanabilirken, böylesi yollara 'minhâc' deme imkanı bulunmuyor. 'Minhâcü's-sünne' tabiri gösteriyor ki, sünnet yolu öyle pek fazla kimsenin geçemeyeceği türden dar, sarp bir geçit, patika filan değil. Bilakis, sünnet yolu, 'geniş bir yol'.
Said Nursî sevdiği şeylerin gidişine üzülüyor, zayıf mahluklara acıyor, sonsuzluk istiyor. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da arzuluyor; o baharın yokluğa gitmemesini de arzuluyor. Yitip gidene özlem duyup, bırakıp geldiğine karşı gurbetlik hissediyor.
Bu anlamda, Risale-i Nur’u okurken, aslında kendimi okuyorum.
Said Nursî kendi hayatını anlatırken, bana beni anlatıyor.
İnsanlığımı anlatıyor duyduğum, yaşadığım nice halin ‘bana has’ olmadığını; ‘insana mahsus’ olduğunu anlatıyor.
Her insanın bu gibi duygular içinde yaşadığını sezdiriyor.
Ardından, bu duyguları nasıl kullanmam, nasıl anlamam, ne şekilde algılamam ve nasıl yaşamam gerektiği hususunda bana yardımcı oluyor.
İnsanca özelliklerimi örtbas etmeden yaşamayı, yani ‘insan gibi’ yaşamayı; cesaretle sormayı, içtenlikle cevap aramayı öğretiyor.
Sormanın ve cevap aramanın yolunu, yordamını gösteriyor.
Aslolan, 'olması mümkün' olana karşı dikkatli olmak, ama aynı zamanda, 'mümkün' olanı 'muhakkak olacak' diye algılama yanlışından uzak bir dikkat ve ümitle donanmaktır.
Peki kaptan kim?
Aslında, onun tarifi de cümle de açıklıkla duruyor: bir sefine-i Rabbaniyede, Rabbin kendisinden başka, kim kaptanlık dava edebilir ki?
Ruhumuzun inşirah bulması, ayaklarımızın durduğumuz yerden kaymaması, kalbimizin sükûn ve sükûnetle kuşanması için, nice zamandır her nasılsa ihmal ettiğimiz bir büyük dostu, kâinatı hatırlamamız ve onunla yeniden kucaklaşmamız gerekiyor