"Nihayet insan, yeryüzünde kendisine Allah (c.c) tarafından bahşedilen hilafeti, yalnız Allah'ın nizamını egemen kılıp, başka düzenlerin meşruiyetini reddettiği ve hayatının tümüne Allah'ın şeriatını hakim kıldığı, Allah'ın (c.c) koyduğu ahlak ve değer ölçüleriyle yaşayıp sahte ahlak ve değer ölçülerini söküp attığı ve bütün bunlardan sonra Allah'ın bu maddi kâinata verdiği tabiat kanunlarını keşfederek onu hayatın gelişmesi için kullandığı, yeryüzünün hammaddelerini bulmak, toprağın içinde gizlenmiş hazine ve rızıkları meydana çıkarmak için bu kâinat kanunlarına kendi mührünü bastığı zaman, insana bahşedilen hilafet vazifesine uygun tarzda ve ölçüde bu ilahi mührü, madde kaynaklarını kendi emrinde kullandığı, çeşitli sanayi dallarını çalıştırdığı, kaynaklarını akıtmaya başladığı ve insanlığın tarihi boyunca meydana getirdiği tecrübeleri bu hususta kullandığı zaman, ibadet kasdı ve Rabbani olması esasını göz önünde bulundurup, yeryüzünde Allah'ın halifesi olma vazifesini yerine getirmeye çalışarak, Allah'a kulluk ettiği zaman, işte o zaman bu insan uygarlıkta kemale ermiş ve toplumda uygarlığın zirvesine ulaşmış olur."
"Mü'min sahip olduğu vicdan ve şuur, ahlâk ve gitmiş olduğu yol bakımından dâima en üstündür. Bu böyle olmalıdır. Zira mü'minin en mükemmel isimlere ve en mükemmel sıfatlara sahip Allah(c.c) inancının kendisi bile ona ulvilik, temizlik, iffet, takva, ameli salihlik ve seçilmiş bir yolda olmayı aşılamaktadır. Öte yandan mü'minin itikadı kendisine ahirette bütün bu şeylere karşı mükâfaat ki, bir ömür boyunca dünyanın bütün sıkıntı ve yorgunlukları bir anda hiç olur ve ortadan kaybolur. Mü'min insanın kalbindeki iman o kişiye o kadar mükemmel rahatlık vermektedir ki, sanki o insan dünya hayatından bir an bile hiçbir şey almamış dahi olsa, umrunda bile değildir. Merak bile etmez."