Denilebilir ki, bir kültürü yorumlamak, ruhun mekâna, belki de kendisine geri dönüşünde yardımcı olsun diye bıraktığı iz-taşlarını geriye doğru takip etmektir.
Bu iz-taşlarının en değerlileri ise şehirlerdir.
Giderek şehri bir şahsiyet olarak düşünme eğilimi ağır basıyor bende. Şüphesiz bir şehri şehir yapan şey, taşı toprağı değildir sadece. Zaman içinde ona anlam katan bir katmanın oluşması gerekiyor. Ve ancak bundan sonradır ki, şehri o şehir olarak düşünüp diğerlerinden ya da ‘ötekinden’ ayırd edebiliyoruz.
Mekân, üzerinden geçildikten sonra izlerimizin dezenfekte edildiği bir tuval değil, ruhlarımızın parçalarını kırıntılar halinde ektikleri bir labirenttir.
burası barbar bir modernliğin pürüzsüz soğuk bulvarlarından uzak, kendi mazisinin, hayatının dekorları ve an’ aneleri içinde bir şiir ve bir hayal ülkesi olarak yaşamalı.
Şehirler bizim fıtratımızı bozuyor. Düşünme kabiliyetimizi öldürüyor. Bilim dediğiniz şey nedir? Kalemlerinizi, kağıtlarınızı bırakın, koşun doğaya, açılın, paslı kafalarınızı terkedin, tabiat sizi eğitecektir.