İdam altında yatanlarla senli benli konuşulmaz. Onlar fermanlı. Öyle ya, adam nasıl olsa idam edilecek. Ölüm ölüm bir ölüm, idam üstüne idam edecek değiller ya... Recep de idam cezası altında yatarken, pek öyle yanına sokulan olmazdı. Ne zaman ki idamdan kurtuldu, cezası yirmidört yıl hapse döndü, işte o zaman koğuştakiler ona adıyla seslenip Furfur Recep demeye, onunla şakalaşmaya başladılar. Şakaya dayanıklıydı ama, hapisane şakası da dayanılır gibi değildir ki...
Bizim Düvenek Hüsiyin, hemi hortumun altında ıslanıyo, hemi de el çırpıp, "Yaşaa!" deyi bağırıyo. Bana da,
-Aman mıhtar emmi, sen de bağır. Besbelli az bağırdık deyi gızdılar, bizi ondan kelli ıslatıyolar... diyo.
-Yahu, ondan değel... El çırpmaynan, bağırma yetmiyo. Bu hortum suyu da garşılamanın bi icabı... Suynan şenlik gösteriyolar. Şehere su geldi ya, ondan büyük adam da görsün deyi, bizi hep suya boğdular...
Sudan zor gaçıştık. Bi de öğrendik, biz gene yağnış yapmışız. Bizim parti böyügünün tomofili deyi, başka partiden birinin tomofilini havaya galdırmışız. Sırsıklam köye döndük. Ben öyle ıslanmışım, onbeş gun gurunamadım. Sonra onbaşım, sen gene, devrisi hafta tilefon ittin. Garşılama meydanına toplanın, didin. Bu sefer, köylü, "I-ıh, gitmeyiz!" didi.
Üç ayrı kente gidip çalışan üç hemşeri köye dönünce, birbiriyle yarışa girmişlerdi: Ikram yarışı, laf yarışı, görgü yarışı... Geldiler geleli boyuna anlatıyorlardı. Üçü de birbirini alt etmek için yarıştaydı.
Köyün birine vardım. Tellel bağırttım: Çürük dişi olanlar! Dişi sızlayanlar! Koye şırıngacı geldi, bedave diş çekiyo...
Bedave olduğunu duyan goştu. Nasıl olsa bedave değil mi ya... Sağlam dişini çektiriyo... Şindik ağrımasa da nasıl ossa ilerde çürüyüp ağrıyacak değel mi! Hazır dişçi ayaklarına gelmişken.
Beni buraya yanlışlıkla göndermişler. Okulu olan bir köye göndereceklermiş. Şimdi okulu olan o köy öğretmen bekliyor, öğretmeni olan bu köy de okul bekliyor.