Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerinde Şehir

Şehre Yansıyan Medeniyet Edebiyata Yansıyan Şehir

Mehmet Güneş

Şehre Yansıyan Medeniyet Edebiyata Yansıyan Şehir Sözleri ve Alıntıları

Şehre Yansıyan Medeniyet Edebiyata Yansıyan Şehir sözleri ve alıntılarını, Şehre Yansıyan Medeniyet Edebiyata Yansıyan Şehir kitap alıntılarını, Şehre Yansıyan Medeniyet Edebiyata Yansıyan Şehir en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Nedim, İstanbul'u nasıl sever, yaşadığı zamandan ne kadar memnundur? Her modaya her tarza nasıl bağlıdır, sonra onları bütün lezzetlerini tadarak nasıl anlatır? Şurası var ki ailesi Fatih devrine kadar çıkan bu şair tam şehir çoaığuydu. Istanbul'u dilinin ucunda bir tad, gözlerinde kamaşma gibi kendi bünyesinde taşıyordu.
Reklam
Bu elle dokunulacak kadar kesif, ruhani renklere bürünmüş, her karşılaştığını bir rahmaniliğin sınırlarına kadar götüren, en basit şeylere bir içlenme, bir mağfiret edası veren, dua ve tevekkül yüklü, dünya ile ahiretin arasında aralık bir kapı gibi duran garip bir zamandı. Eski İstanbullu, yüzünü bu zamanın aynasında çok uzak, adeta erişilmez ötelerden gelmiş bir şey, bütün bir ahret kokusuyla tütsülü bir gölge gibi Seyrederdi."
Abdulhak Şinasi Hisar: Çocukluğun geçtiği yerlermuhakkak insanın cennetidir. Orada, dünyanın başka tarafında rast gelemeyeceğimiz bir mucize buluruz.
Süheyl Ünver, Yahya Kemal'in sık sık Atik Valide ve Kocamustafa Paşa semtlerine gitmesini özyurt hasretini gidermeye çalışmasıyla bağdaştırır. Çünkü Yabya Kemal'e göre elli sene evveline kadar Istanbulda gezinen ve hatta şimdi bile baki kalmış bazı semtlere bakan bir insan, bu yerlerin beş yüz seneden beri değişmediklerini sanır, aynen Üsküp 'te olduğu gibi.
Tanpınar, Müslüman Türk halkının beğendiği, benimsediği kişiye ölümden sonra verebileceği tek rütbenin evliyalık olduğunu belirtir.
Reklam
İstanbulda mabedlerden daha ihtişamlı bina inşa edilmemiştir 16.yüzyıla kadar. 16.yüzyılda Istanbul'un yedi tepesinin tamamında mabedler yükseliyordu.
Boğaz, bu eylül gecesinde musiki kadar güzel ve derin, onun insana sunduğu hayaller açtığı alemler kadar imkansızdı. Her şey, aydınlık, akis, gölge birbirini devam ettiriyor, tamamlıyordu. Sanki oluş halinde bir dünyada idik. Sanki kainat bizim için ve bizde yeniden yaratılıyordu. Bu maddesiz bir dünya idi. Çünkü etrafta bulunan ne varsa hepsi aydınlığın oyununa terk edilmişti .. ve ben ilk defa olarak aydınlığın, her şeklinde aydınlığın adeta musikinin nizamına henzer bir nizamla saltanatını kurduğunu görüyordum.
Yahya Kemale göre Istanbul Boğazı, Neva-kâr dinleyerek seyredilince büyük haz alınacaktır.
Yeni Caminin güzelliğini plandan ziyade teferruatındakki mükemmellikte, şehrin bir sahilinde henüz karaya yaklaşmış madal gemisi duruşunda aramak lazımdır.
Reklam
Beyoğlu, hamlesi yarı yolda kalmış Paris taklidiyle hayatımızın yoksulluğunu hatırlatırken; İstanbul, Üsküdar semtleri kendisine yetebilen bir değerler dünyasının son miraslarıyla, biz farkında olmadan içimizde bir ruh bütünlüğü . . . kurar, hülyalarımız, isteklerimiz değişir. Boğaziçi'nde, üsküdar'da lstanbul'da Süleymaniye veya Hisar'ların karşısında, Vaniköy iskelesinde veya Emirgan kahvesinde sık sık başka insanlar oluruz. Hangi İstanbullu, Beykoz korusun-da veya Bebek sırtlarında dolaşırken kendisini dış alemin o kavurucu zaruret-lerine karşı müdafaa ederek zengin ve çalışkan bir uzleti özlememiş, kısa bir an için olsa bile onun çelik zırhlarını giyinmemiştir?'
Süleymaniye'nin üstünde eşi eski minyatürlerde görülen tek hacimli, tek renkli adeta şeffaf bir bulut kütlesinin arasından güneş bir oluktan boşanır gibi boşaldı. Bütün şehir bir nevi masal, büyük masraflar ve zahmetlerle yapılmış bir Şehrazat dekoru olmuştu.
Tanpınar'ın Paristen yazdığı bir mektuptan: Paris'teyim, anladın mı kardeşim. Paris'te. Ve pusulasız, direksiz bir gemi gibi dolaşıyorum. Bu şehirde göze ilk çarpması icap eden şeylerin hepsini bitirdim. Şimdi iki şey kaldı: Birincisi paranın verebileceği lezzetler ki onları hiçbir zaman tanımayacağız, bir de şehrin kendisi ve alışmak. Orada kendime ait saatlere, benim olan bir zamana sahip olmak.
Eyüb, Türklerin ölümü şehri Eyüb, Avrupa'nın bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm şehrine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar? Çünkü Eyüb İstanbul'u fethetmeye gelen lurk ordularının hicretin 857. senesi baharında surlara karşı gördükleri bir rüya idi. İşte o rüya, Haliç'in kenarında şimdi gördüğümüz şehir oldu.
Orada ölümü güzelleştiren hava Türkiye Türklerinin verdiği bir havadır. Yüksek yaratılışta ecnebi zairlerin hepsi, ziyaret ettikleri Eyüb'e hayran olmuş, onu ruhani şehirlerin en güzeli addetmişlerdir. Şüphesiz ki, Bizans devrinde Eyüb semti, bir sütçü köyü iken orada, bu ruhani hava yoktu.
46 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.