AKM önünden başlayan o dolmuş yolculuğunda arka koltuğa sıralanmış oturan dört kadındık: İkisinin dizleri köşeli, biri hep pencereden bakan, öbürü ben. Ön koltuklardaki erkek yolcuların ve şoförün verdiği geriye itilmişlik duygusu, sokakta gece gezen kadını fahişe diye damgalamaya hazır bir şehrin filmlerine bakmaya yöneltmişti beni.
İstanbul filmlerindeki fahişe imgesinin izini sürebilmek için 1920'lere ve dünya sinemasına, geriye doğru bir yolculuk yapmam gerekmişti.Yine şehri ve filmleri düşünüyorum, ama hem ben o eski ben değilim, hem de şehir sakinlerinin kendilerine ve şehre dair algıları değişti. Şehirdeki yaşama alanım gasp edildiği için ben yedi yıl öncesine göre daha öfkeliyim; İstanbul ise artık bu öfkeyi kolektif olarak ifade edebilen, "Ağacıma dokunma!" diyebilen bir şehir. Direniş sürecinde kadınların öne çıktığı, LGBTi' nin artık daha fazla görünür ve saygı görür olduğu, toplumsal hafızamıza "Yasak ne ayol!" gibi, "Faşizme karşı bacak omuza gibi!" gibi unutulmaz sloganların katıldığı bir şehir. Hayır diyebilen, isyan edebilen bir şehir.