Uyanıp bir de bakıyor ki insan, düşünde şöyle bir gördüğün cennetin kalıntıları avucunda, çöküvermiş üstüne, suda boğulmuş birinin saçları gibi, müthiş bir bulantı hissi, sıkıntı, kaygı, her şey yalan dolan gibi bir duygu, her şey yararsız, özellikle yararsız, sanki kendi üstüne yıkılıyor duvarların, yığılıyorsun kendi üstüne, bir yandan da dişlerini fırçalıyorsun değil mi, lavabolara dalıp kalıyorsun, sanki lavabonun beyazlığı emiyor seni, sümük, tükürük, kepek, salya, bir de bakıyorsun bırakmışsın kendini başka bir şey olmaya, başka bir şey düşünmeye başlamışsın, uyumadan önceki durumuna, hani hâlâ dalga dalga kalır ya insanda, işte o duruma üstelik bizzat sen olan sana ama yavaş yavaş seni terk etmeye başlayan durumuna... Evet, bir süre için düşersin, kendi içine, ta ki uykusuzluk duvarı dediğimiz savunma hattına dayanana dek, seni tutana dek orada.