İlkokul sıralarındayken, henüz okumanın zevkini yeni
yeni tadıyorken, kitapların büyülü dünyasına kendimi kaptırmaya başlamışken okumuştum kitabı. O zamanlar hayata baktığım pencereyle bu zamanların ne kadar farklı olduğunu gösterdi bana. Kitabı küçükken okuduğumda düşündüğüm şeyleri hatırlıyorum. Öncelikle kafamda 80 gün ve dünya haritası canlanmıştı. Gerçekten gezilir mi ki 80 günde diyordum hep. Sonra yavaş yavaş gezdiği yerleri okudum. İsimler çok yabancıydı, anlam veremiyordum. Limanın ne olduğunu biliyordum ama Avustralya neresi, oradaki limanların isimleri ne hiç duymamıştım. Anlamadığım yerler çoğunlukta olsa da merakla getirdim sonunu. Demek ki geziliyormuş dedim küçük yaşım ve küçük değerlendirmelerimle. Bu yaşımda okuduğumda ise hissettiklerim farklıydı. Gittiği ülkeler, geçtiği limanlar, neredeyse hepsi tanıdıktı. Duymuştum, öğrenmiştim, biliyordum. Ama bu defa kitap boyunca aklımda dönen şey, “neden” sorusu oldu. 80 günde tamamladığı bu gezi ona bir iddiadan başka ne kazandıracak ki sonuçta.. Yaşımın değiştiremediği duygum, sonsuz merakımla yine sonunu getirdim. Tek kazandığı bir iddia değilmiş meğer…