Her geçen gün anlıyorum ki bu dünya romantiklere göre değil.Siz insanlar,bir milyon yıl yaşayacakmış gibi davranıyorsunuz.Oysa alt tarafı yetmiş seksen senelik bir ömrünüz var.Bunu da mantıklı olmaya harcıyorsunuz.Bilmiyorsunuz ki hayat aslında provası olmayan bir konserdir.Her gün,ilk defa duyduğun bir şarkıyı çalmaya çalışıyorsun.Hatalar da yaparsın bu yüzden ama emin ol,zerre kadar önemli değildir.Hayat bir caz şarkısı gibidir aslında.Bastığın yanlış nota bile bütün içerisinde bir anlam ifade eder.
Benim bildiğim,umut içermeyen aşk hikayesi olamaz.Umutsuzluk çıplak kalmak gibiydi.Beklentilerden soyunuyordunuz.Striptizden farkı,sonunda çıkaracak bir şey kalmadığında sıranın derinize gelmesiydi.Deri değiştirmenin sürüngenlere bahşedilmiş ayrıcalığını yaşamadan tam bir umutsuz olmanıza imkan yoktu.Ötesine geçebilmek için sabır lazımdı;deri soyulurken duyulan yanma hissine katlanabilmek.Sonuna kadar gidebilenlerin armağanı hiçlikti.
Umudun da umutsuzluğun da olmadığı,beklentiden azat bir hayat
“Çocukluk insanın en yalnız çağıdır”diyor babam: “Aynı zamanda yalnız olmaktan korkmadığınız yegane çağdır. Bu yüzden ne zaman bir çocuk görsem içim kederle dolar. Yalnız oldukları için değil,er geç yalnızlığın farkına varmak zorunda kalacaklarını bildiğim için.”
Ama madem beni tanımaya kararlısın, sana bir sırrımı vereyim meçhul okuyucu; ben insanlara güvenmek zorunda kalmaktan hoşlanmam.
“İnsanlara güvenmem” demiyorum, sadece başka seçeneğim olmadığını bilmekten rahatsız olurum.