Birkaç yıl önce gösterime giren Saul Fia/Saul'ün Oğlu adlı bir Macar filminde Nazi toplama kampındaki bir krematoryum görevlisinin ısrarla ölü oğlunu gömmeye çabalamasının hazin öyküsü anlatılıyordu. Şiddetin zirve noktası olan Auschwitz'te yalnızca ölü bir beden olan küçük çocuğun, babasının ruhunun kurtuluşuna, ümide sembollenmesi vardı. Seni İçime Gömdüm de benzer ve daha eski bir öykü. Meksika'nın ırkçı ve şiddet dolu dünyasında ölü Kızılderili karısının cesedini usüllere uygun şekilde gömmeye çabalayan, bunun sebebini anlamlandıramayan ve ancak çölün şiddetinde düğümü çözebilen bir Meksika çiftçisinin arayışını anlatıyor roman. Bu arayış, nedensiz sevgiye kadar uzanıyor ki nedensiz şiddetin simetrisinde en uygun yere konumlanan bir his bu. Yol boyu müteveffa karısının cesedi için katlandığı acıların sebebini sebepsizlikte bulan Meksikalı, bize sevmek için temel bir sebebe ihtiyaç duymamızın gerekmediğini bir kez daha hatırlatıyor. Umut ve kaçış da sevginin bir kaynağıdır nihayetinde.
Romanı @Seda_55 hocamın paylaşımı sayesinde gördüm, kendisine teşekkürlerimi buradan da ileteyim ve tabii Müslüm Gürses'in Seni Kalbime Gömdüm şarkısını da andıran isminin okumamda etkili olduğunu ekleyeyim. :)