Bunun yanında İslam kelamında Şerhu’l‐Akâid kesinlikle son kitap olarak görülmemeli, mutlaka ondan sonra Mevakıf, Şerhu’l‐Mevâkıf veya bu ayarda kitaplardan biri tedris edilmelidir
Sıkıntı sebebi olmas ise bazen Taftâzânî’nin metne bağlı kalmak ya da kitabın hacmini gözetmek sebebiyle kendi görüşünü tam olarak açıklayamaması, metinde geçen görüşü gereği gibi işleyememesinden kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan zaman zaman kitapta bir karışıklık ve bazı konularda bir çözümsüzlük olduğu görülmektedir. Bu sıkıntının aşılması için, ilgili konular, metnini de şerhini de bizzat Taftâzânî’nin kaleme aldığı Şerhu’l Mekâsıd’dan mütalaa edilmelidir. Yoksa bu konularda sadece Şerhu’l‐Akâid’le iktifa etmek ne Taftâzânî’nin görüşünü ne de en doğru görüşü tespit sadedinde sıhhatli bir yol değildir.
Ehl‐i Sünnet kelam metodu, inançta, açık Kuran ayetlerini, Hz. Peygamberimizin, manası açık ve rivayeti mütevatir ya da meşhur sünnetini, sahabe ve müçtehitlerin icmaını esas kabul eder. Âhâd tarikiyle gelen sahih sünnetlere gelince sabit sünnetlerle çelişmemek üzere bunlardan da yararlanır. Ama prensip olarak bunları hasmı ilzam için kullanmaz. Ehl‐i Sünnet kelamı, olağanüstü olsa bile, saf akıl ölçülerine göre imkân dâhilinde bulunan ve hakkında açık ayet veya hadis varit olan konuları birer inanç esası olarak kabul etmeyi prensip edinir. Ehl‐i Sünnet kelamı, inanç sahasında akla yer vermekle beraber, Mutezileden farklı olarak, aklî veriler/bilimsel teoriler uğruna ayet ve hadislerin açık ifadelerini olur olmaz manalara çekmez. İnanç esaslarının belirlenmesinde sadece açık nasları ve icmaı esas alır; saf akıl yasalarını belirleyici unsur değil, belki inanç esaslarının kendisiyle çelişmemesine dikkat ettiği denetleyici unsur kabul eder.
Haricîlerin bidati Kuran‐ı Kerim'i yanlış yorumlamaktan ileri gelmiştir. İlk Haricîler; Kuran okuyan, fakat fıkıh bilmeyen, ayet ve hadislere bütüncül yaklaşamayan, murad‐ı ilahîyi anlamanın asgarî usul şartlarını düşünemeyen bedevî karakterli kimselerdi.
Haricîler, halife de olsa, bir siyasî hâkim istemezlerdi. Hz. Osman ile Hz. Ali'den teberrî ederler, nikâhı ancak bu şartlarda sahih görürlerdi. Haricîler kendi yaşadıkları toprakları Dar‐ı iman, Dar‐ı hicret sayar, Müslümanların yaşadıkları İslam topraklarını Dar‐ı harp görürlerdi. Fırsat buldukça halifeye karşı ayaklanır, idealleri uğruna Müslümanların kanlarını döküp, mallarını yağmalamaktan çekinmezlerdi.