İnsan bir kere ölür derlerdi ya… Yalandı… Birden çok ölüyordu insan.
Yıllarca hayalini kurduğu bembeyaz gelinliğine, hiç sevmediği bir adamın kapkara elleri dokunduğunda ölüyordu…
Gerdek gecesinin sabahında, kapıda bekleyen üçgen suratlı kadına, kırmızı lekeli kumaş parçasını uzatırken ölüyordu…
Kocasının, kendisine aşık olan adamı evine getirip, çekip gittiğinde ölüyordu…
Açlıktan gözüne uyku girmeyen evladını, topukları uyuşuncaya kadar sallamak zorunda kaldığı geceler, etini kesip yediremediği için ölüyordu…
Babasından yediği dayaktan sonra, “Anne, babam beni seviyo de mi?” diyen minicik oğlunun kocaman gözlerine bakarken ölüyordu…
Birden çok ölüyordu insan… Toprak atmıyorlardı üzerine, dualar okumuyor, ağıtlar yakmıyorlardı ardından ama ölüyordu işte… Eksiliyordu… Fakat biraz daha çoğalarak diriliyordu her defasında. Hayat eksiltmeden çoğaltmıyordu…
Ne denir ki? Nasıl yorum yapılır? Satırlar birbiri ardına akıp giderken gözyaşları da içime içime akıp gitti... Okuyanı bu kadar derinden etkiliyorsa, olayı bizzat yaşayanı nasıl etkiledi kim bilir? Bu eziyete nasıl katlanıldı? Sessiz kalinmamali böyle durumlarda. Yüreğim buruk, içim yanık. Diyecek pek fazla da bir şey bulamıyorum. Kesinlikle okuyun bu kitabı.