Sevmek bir sanat mıdır? Eğer bir sanatsa bu sanatı iyi bilmek isteyen birinin bilgi sahibi olması ve hiçbir çabadan kaçmaması gerekir. Yoksa sevgi, insanın sadece rastlantılara bağlı olarak yaşadığı hoş bir duygu, eğer şanslı ise adeta “talihin yüzüne gülmesi” gibi bir şey midir? Günümüzde insanların çoğu kesinlikle son tanımı benimsedikleri halde bu küçük kitap sevginin bir sanat olduğu düşüncesinden hareket ediyor.
Sevginin önemsenmediği düşünülmesin. İnsanlar âdeta onun açlığını çekerler; mutlu, mutsuz aşk öykülerini konu alan sayısız film izler, yüzlerce değersiz aşk şarkısı dinlerler ama yine de sevmeyi öğrenmek isteyen birinin bir şeyler yapması gerektiğini pek azı kabul eder.
İnsanların büyük bir çoğunluğu, sevme sorununu; sevebilmekten, sevmekten çok sevilme sorunu olarak algılar. Bu nedenle onlar için önemli olan, nasıl sevilebilecekleri, nasıl sevilmeye değer olabilecekleridir.
İnsanın kendini sevilmeye değer kılmak için yaptığı şeylerin çoğu, başarılı olmak “dost edinmek” için yaptıklarının aynıdır. Gerçekten de bizim kültür çevremizdeki birçok insanın sevimlilikten anladığı, herkes tarafından beğenilmek ile cinsel çekicilik arasında bir şeydir aslında.
Sevebilmek konusunda öğrenilecek bir şey olmadığı görüşüne neden olan ikinci varsayım da sevginin bir yetenek sorunu değil bir nesne sorunu zannedirmesidir.
Geleneksel toplumların birçoğunda olduğu gibi Victoria çağında da sevgi birdenbire gelişen, sonrasında belki evlilikle son bulan kişisel bir olay değildi. Aksine, bir evlilik sözleşmesi ya iki aile arasında ya bir ara bulucu tarafından ya da bu tür ara bulucuların yardımı olmadan gerçekleştirildi; toplumsal değerlere göre, sevginin evlilikten sonra zaten doğup gelişeceği kabul edilirdi. Ama son kuşaklarda duygu yönü ağır basan sevgi anlayışı bütün Batı dünyasına hakim olmuştur.