(İran’ın) kadınları genellikle çirkin. Her ne kadar tavır ve davranışları saygın ise de zerafet, edep ve görenek bakımından Türk kadınlarının ayağına bile ulaşamazlar.
Bu Sûfi'yi (Şah İsmail) ülkesinin halkı, özellikle, pek çoğu zırhı olmadan savaşa giden ve İsmail'in kendilerini koruyacağı beklentisi içinde
olan sipahileri, sanki Tanrı gibi seviyor, yüceltiyor ve saygı gösteriyor. Aynı şekilde zırhsız ve cevşensiz savaşa giden başkaları da var. Onlar İsmail'in yolunda ölmekten memnunlar. Bu yüzden bağırları açık en öne çıkarlar ve “Şeyh!.. Şeyh!..." diye bağırırlar, Tanrının adını bütün İran'da unutmuş ve sadece İsmail'in adını akıllarına koymuşlardır. Eğer birisi bindiği attan yere düşse veya yaya olsa “Şeyh’ten başka hiç bir Tanrıdan yardım
istemiyorlar. Onun adını iki türlü yadediyorlar. Birincisi: Şeyh, Tanrı anlamında, ikincisi Peygamber anlamında. Çünkü Müslümanlar: “Lâ ilahe illâ Allah Muhammeden resulullah" derler, Ama İranlılar. “Lâ ilahe illâ Allah İsmail veliyyullah" diyorlar.
.... sen kimsin ki bizim yüceliğimize karşı çıkmaya cesaret buluyorsun? Yoksa benim (Yavuz) ve babamın (Selim) Allah’ın elçisi, Muhammed’in halefi olduğumuzu ve Allah’ın bizimle olduğunu bilmiyor musun?
Şah İsmail, Tebriz'e girdikten sonra Akkoyunlu hanedan ailesine ve devlet ileri gelenlerine karşı müthiş bir tatbikat başlatmış, hanedana mensup kişilerin mezarlarını tahrip ettirerek kemiklerini yaktırmıştır.