Hepimiz derinden yaralı insanlarız. Bizim de yeniden doğuşa (ama yeniden doğuma değil) ihtiyacımız var ve bizim yeniden oluşmamız ihtimali, toplumsal cinsiyet tanımayan bir canavarca dünya umudu gibi ütopik bir hayali de kapsamaktadır.
Prototipik bir özelliğe sahip olan Silikon Vadisi’nde, pekçok kadının hayatı elektroniğe bağlı işlerde çalışmayla belirlenmektedir (bu kadınların özel hayatlarına dair gerçeklikleri de, seri heteroseksüel tekeşliliği, çocuk bakmayı, geniş akrabalık bağlarından ya da başka geleneksel cemaat ilişkilerinden uzakta durmayı, yaş ilerledikçe yalnızlık ihtimalinin artmasını ve aşın ekonomik muhtaçlığı içine almaktadır). Silikon Vadisi’ndeki kadınların etnik ye ırksal çeşitliliklerinin yapısı, kültür, aile, eğitim ve dinde birbirleriyle çatışma halindeki farklılıkların bir mikrokozmosunu barındırmaktadır.
Kendi başına hiçbir nesne, mekan ya da beden kutsal değildir; eğer ortak bir dildeki işlem sinyalleri "için doğru standart, doğru kod saptanabiliyorsa her bileşen başka bir bileşenle karşılıklı ilişkiye girebilir. Bu dünyada karşılıklı alışveriş, Marx'ın çok iyi analiz ettiği şekilde kapitalist piyasaların yürürlüğe koyduğu evrensel tercümeyi aşar. Bu evrende her türlü bileşeni etkileyen ayrıcalıklı patoloji gerilimdir, yani iletişimin çökmesidir (Hogness, 1983). Siborg, Foucault'nun biyoloji-politikasına tabi değildir; siborg, çok daha kuvvetli bir operasyon alanı olan siyaseti simüle eder.
Dünya kapitalizminin örgütlenme yapısının bir parçası olarak evde çalışma ekonomisi, sebebi o olmasa bile yeni teknolojilerle mümkün hale getirilmiştir. Görece ayrıcalıklı, çoğunlukla da beyaz olan erkeklerin sendikalı işlerini hedef alan saldırının başarısı, kapsamlı bir dağılma ve merkezsizleşmeye karşın emeği entegre edip denetim altında tutmayı hedefleyen yeni iletişim teknolojilerinin gücüne pek aldırış etmez. Kadınlar, yeni teknolojilerin sonuçlarını iki şekilde, gerek aile (erkek) ücretinin (eğer beyazlara özgü olan bu ayrıcalığa sahip olabilmişlerse tabii) kaybedilmesi gerekse -sermaye yoğun hale gelen- kendi işlerinin (örneğin, büro işi ve hemşirelik gibi işlerin) niteliğinin kaybolması olarak doğrudan yaşamaktadırlar.
Gerek Marksist-sosyalist feminizmler, gerekse radikal feminizmler, ‘kadın’ kategorisiyle ‘kadınlar’ın toplumsal hayatlarının bilincinde olmayı eşzamanlı olarak doğallaştırmışlar ve doğal olmaktan çıkarmışlardır. Bu iki olgunun neye benzeyeceğini belki şematik bir karikatürle ortaya serebiliriz. Marksizan sosyalizm, sınıfsal yapıyı ifşa eden ücretli emek analizinde kök salmıştır. Ücret ilişkisinin sonucu, işçinin kendi ürününden kopmasıyla birlikte sistematik yabancılaşmadır. Bilgide soyutlama ve yanılsama, pratikte tahakküm egemendir. Emek, bir Marksistin yanılsamayı aşmasını ve dünyayı değiştirmek açısından gerekli bakış açısını bulmasını sağlayacak en ayrıcalıklı kategoridir. Emek, insanı insan kılan insanallaştıncı etkinliktir; emek, bir özne bilgisine, bu suretle boyunduruk altında tutulma ve yabancılaşma bilgisine imkân tanıyan ontolojik bir kategoridir.