İstanbul'da 7-11 Mayıs 2014 tarihlerinde toplanan "Günümüz dünyasında şiddet, sürgün/sürgünü bozma" konulu uluslararası konferansta yapılan sunumlardan birkaçının yayımlandığı ve İletişim'den çıkan küçük kitaptır.
Kitap dört ayrı parçadan oluşuyor ve toplamda 80 sayfa. Pınar Selek, Ahmet İnsel ve Etienne Balibar'ın konferans sunumlarını içeriyor.
Oınar selek kendisine ayrılan bölümde, feminizm ekseninde Türk solunu ve Türkiye'deki iktidar ilişkilerini ele alıyor. Bu bağlamda iktidarı şöyle tanımlıyor:
- "Çeşitli sebeplerle ayrıcalıklı konumda olanlar, kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyi başkalarına yapabilirler, çünkü varlıklar, kategorik olarak farklı ve hiyerarşik algılanır. Dolayısıyla, ötekine yapılacak şeyin kıstası bir diğerinin inanç sisteminden üretilir."
Militarizmi de yine feminizm ekseninde gelişen bir yapı olarak ele alan selek, devleti de bu bağlamda şöyle tanımlar:
- "Devlet savaşla kurulur, kazanılmış savaşı kurumsal olarak sürdürür, sistemleştirir; böylece savaş devletleşir."
Pınar Selek feminizm, erkeksellik, militarizm ve devlet arasında kurduğu bağda Atatürk'e göndermede bulunur ve "Atatürk kendini Türklerin babası ilan etmiş ve erkek egemen algıyı güçlendirmiştir" diyerek bir nevi Atatürk'ü kadınları aşağı görmekle suçlar. Oysaki Atatürk'ün Türk kadınına kazandırdığı şeylerin sanırım pınar selek pek farkında değildir. Örneğin bu konferansta Atatürk'e bile saldırabilecek potansiyelde bir kadının özgürlüksel varlığı, tam olarak Atatürk sayesinde gerçekleşmiştir. Fakat selek, Atatürk'ü, militarizmi güçlendirmek için erkek egemen toplumu güçlendirmekle "suçlamış" ve halt etmiştir.
İkinci bölümde Atatürk ekseninden çıkıp komple Türkiye'ye bir fikirsel saldırı gerçekleştiren ve iftiralarla Türk devletini ve toplumunu bu konferanslar eşliğinde bütün Avrupa'ya "despot ve geri kalmış" olarak yansıtan Ahmet İnsel'in sunumuyla karşı karşıya geliyoruz.
Ahmet İnsel, Türk devletini ve toplumunu iktidar ekseninde bir "bitmeyen, sürekli bir geçiş toplumu" olarak tanımlıyor ve bu bitmeyen geçişin de kasten sabit tutulduğunu vurguluyor. Ülkemizdeki demokrasiyi "rastlantısal demokrasi" olarak tanımlıyor ve otoritarizmin sürekliliği için tutulan bir yol olarak görüyor. Yani ona göre ülkede demokrasi yok, demokrasi görünümlü bir otoritarizm var. Burada otoritarizmi diktatoryadan ayırıyor aklınca ve "Bizdeki otoritarizm, özgürlük tanır bireye ve örgütlere; ama otoritede keyfilik vardır" diye bir aklama çabasına gidiyor hem söylemini hem de girdiği yolu.
Ahmet İnsel de Atatürk'e dair olumsuz sözler sarf ediyor ve "Halka karşı aşırı güç kullanan, muhalifleri fizik güç kullanarak ve kanunları kendi lehine yorumlayarak susturan kurucu baba" olarak tanımlıyor Atatürk'ü. Yanına tabii ki "Aynısını şimdi de Recep Tayyip Erdoğan yapıyor" cümlesini ekleyerek... Böyle bir hadsizlik ve bu hadsizlik "otoriter" dediği adamların birinim kurduğu birinin de hâlihazırda yönettiği aynı ülkedeki bir konferansta yapılıyor. Çok enteresan.
Ahmet İnsel bununla da yetinmemiştir. Atatürk'e saldırmaya devam etmiş ve Atatürk dönemini "Kürtlere zulmeden ve onların kimliklerini reddeden diktatoryal despotizm dönemi" olarak tanımlamıştır. Ardından yeniden Recep Tayyip Erdoğan özelinde despotizm ve otoritarizm tanımları yapılmıştır.
Madem bu ülkede despotizm, otoritarizm ve hatta diktatorya var, bu kitap nasıl basılmıştır bu ülkede, bu konferans nasıl verilmiştir? Gizli gizli mi? Kaçak mı? İlginç.