Zihnimizin fizyolojimizi nasıl etkilediğini ve yansıttığını anlayarak belki sonunda bu paradokstan kurtulabilir, bedenimizle yanılgılarla değil kanıta dayalı bir uyum içinde yaşayabiliriz.
Biyolojimizin psikolojik, duygusal ve ruhsal sağlığımızla iç içe geçtiği bir modeldir. Görünüşe göre bunların bütünü, hücrelerin ve moleküllerin ötesine geçen, insanlığımızı da kapsayan farklı türde bir iyileşme sağlıyor.
Belki sadece iki yakın arkadaşınız vardır ama bununla tatmin oluyor, yeterince destek gördüğünüzü hissediyorsanız sağlığınız üzerindeki etkileri konusunda endişelenmenize gerek yoktur.
Çoğumuzun kafası her an meşguldur. Aslında nerede olduğumuzun ya da ne yaptığımızın farkında değiliz. Ya gelecek için plan yapıyoruz ya da olmuş bitmiş bir şeyi kafamızda tekrar yaşıyoruz.
Savaş ya da sıvış tepkisi genelde yararlıdır; insanın hayatta kalmasını sağlamış içgüdüsel bir tepkidir. Bir kalp atımı kadar sürede devreye girer ve tehlike geçtiğinde vücudumuz tekrar gevşer.
Güvendiğimiz birinin bizi rahatlatması önemsiz bir lüks değildir. Doğru sözcükler agresif tıbbi müdahalenin yerini tutabilir ve fiziksel sonuçları değiştirebilir.
Zihin, dünyayı tozpembe görmek dışında herhangi bir çaba harcamayı gerektirmeksizin hastalıkları iyileştiren, her derde deva bir şey olarak pazarlanıyor.
Eğer alternatif çarelerin sizde işe yarayacağını düşünüyorsanız, hele alternatif tıp henüz bu çarelerin bütün unsurlarını sunamazken, onlardan vazgeçmeniz için bir neden göremiyorum.
Birey olarak mistik ritüellere ve uygulamalara inanmaktansa, bilim, pek çok durumda, bilinçli ve bilinçsiz, zihnimizin gücünü kullanarak sağlığımızı etkileme kapasitesine sahip olduğumuzu gösteriyor.
Sıcak havada parmağımızı kıpırdatacak halimiz kalmaz ama bunun nedeni kaslarımızın hırpalanmış olması değil; merkez yöneticinin aşırı ısınma riskine karşı fiziksel aktivitemizi kısıtlamasıdır.
Savaş ya da sıvış modundayken beyin tehdide karşı alarm durumuna geçer. Hissettiğimiz stres ne kadar yoğunsa, negatif düşüncelerin ortaya çıkma ihtimali de o denli fazladır.