Cevdet Turan Sistemden nefret eden ama mecburen parçası olmuş, eğitimli ama mutsuz, aşık olmuş ama ihanete uğramış, hayal kırıklıklarından örülmüş bir adam. Kendi deyimiyle “her şeye kızgın”. Romanda onun çöküşüne tanıklık ediyoruz.
PTT’de postacı olarak çalışan Cevdet, işini, ilişkisini ve hatta Tanrı’yı bile sorguluyor. İçindeki öfke gittikçe büyüyor. Psikoloğa gitmeye karar veriyor ve tam burada roman fantastik bir kırılma yaşıyor: Sihirli bir kağıt ile tanışıyor. Bu kağıtla istemediği nesneleri ya da insanları “yok edebiliyor.” Gerçekten yok ediyor. Gözünün önünden siliniyorlar.
Peki sonra ne oluyor?
Kontrolsüz güç, Cevdet’i deliliğe sürüklüyor. Sevgilisinden, sevgilisinin sevgilisinden, sinir olduğu garsondan, banka güvenliğinden, hatta arabasını almak isteyen bir çocuktan bile intikam alıyor. Kitap boyunca Cevdet'in giderek Tanrı rolüne soyunduğunu görüyorsun. “Beni kimse görmesin, yakalanmayayım” gibi düşüncelerle başlayan yolculuk, sonunda “Ben zaten adaleti sağlıyorum” noktasına evriliyor. Bana Suç ve Ceza'yı fazlasıyla çağrıştırdı.
Özellikle iç monologlar çok güçlü yazılmış. Cevdet’in ağzından sistemi sorgulayan bölümler, toplumun bilinçaltına yapılmış bir neşter gibi. “Ayın elemanı” ironisi ya da kariyer yalanları öyle güzel deşilmiş ki, okurken çoğu yerde “evet ya, ben de böyle düşünüyorum” diyorsun.
Eğer Chuck Palahniuk, Dostoyevski ya da Bukowski tarzı sert, toplum dışı, içsel buhran hikâyelerini seviyorsanız; bu kitap sizi çekecektir.
Ama “iyi insanlar iyilikle kazanır” tarzı klasik romanlar beklentiniz varsa hiç ilişmeyin.